Faruk Yakaryılmaz : 'Çocuklarımız için Türkiye'nin bütün sokak ve caddeleri inretnetten daha güvenlidir'
TÜRKİYEÜsküdar Belediyesi Bilgi İşlem Müdürü Faruk Yakaryılmaz ile kaleme aldığı “Teknoloji Fırsat mı Tuzak mı?” kitabı çerçevesinde teknoloji ile ilgili birçok konuyu konuştuk. Yakaryılmaz, “İnternette çokça internet yalanları var. Algı yönetimi ve manipülasyon ile insanları kaosa sürüklemek, morallerini bozmak, kutuplaştırmak, öfkelendirmek için sürekli internet yalanları kullanılıyor” dedi.
Röportaj: Ziya Gündüz
Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz? Faruk Yakaryılmaz kimdir?
1978 Adıyaman doğumluyum. Adıyaman’da doğup büyüdüm. Adıyaman İmam Hatip Lisesi mezunuyum. Lise sonrası bir yıl Ankara’da, bir yıl İstanbul’da üniversite hazırlık sürecim oldu. Üniversiteyi İstanbul’da, Marmara Üniversitesi Teknik Eğitim Fakültesinde okudum. Daha sonra Şehir Üniversitesi Bilgi Güvenliği alanında yüksek lisans yaptım. Evliyim, üç çocuğum var. İstanbul’da yaşıyorum. Yaklaşık 5 yıldır Üsküdar Belediyesi’nde Bilgi İşlem Müdürlüğü görevini yapıyorum. Çeşitli STK ve organizasyonların içerisinde bulundum; Bilişim İnovasyon Derneği’nde çeşitli görevler aldım. Bilişim İnovasyon Derneği’nin kurucu üyesiyim ve aynı zamanda Eğitim Komisyonu başkanlığını yürütüyorum. Siber güvenlik, veri güvenliği, kişisel verilerin korunması kanunu çerçevesinde bilgi güvenliği yönetim sistemi, ISO 27001 alanında çeşitli çalışmalar yapıyorum. Dernek olarak, siber güvenlik kampları organize ediyoruz, o kamplarda eğitim veriyorum. Fırsat bulduğum her ortamda, her yerde bilgi güvenliği ile ilgili bir farkındalık oluşturmaya çalışıyorum.
Böyle bir eseri kaleme almanızdaki amaç nedir?
Bilişim alanında yaklaşık 20 yıldır çalışmalar yapıyorum. Özelde de çalışmalarımı bilişim güvenliği alanında sürdürüyorum. Bilişim sektörünün; -her ne kadar piyasada teknik bir konu olarak bilinse de-, hayatın her alanına dokunduğuna bizzat şahit oldum. Teknolojinin gelişmesi ve ilerlemesiyle beraber riskleri ve tehditleri de büyüyor, değişiyor. Yani bu teknolojik değişim bizim kültürümüzü, yaşam tarzımızı, hayatımızı, risk ve tehditlerin şeklini de değiştiriyor. Biz, maalesef, bu teknolojiyi üreten değil tüketen bir toplum olduğumuz için de riskleri ve tehditleri mağduru olmadan göremiyoruz, bilemiyoruz, öğrenemiyoruz. Biz bu işin teknik tarafıyla uğraşıyoruz. Mağdurları ise ‘son kullanıcı’ dediğimiz vatandaştır. Teknolojinin tehlikesinin farkında olmayan vatandaşı bilinçlendirmek için ‘bilgi güvenliği’ meselesinin yaygınlaşması gerekiyordu. Teknoloji ve bilgi güvenliği ile ilgilenen kişiler için zaten güvenlik olmazsa olmaz bir şart iken, son kullanıcı dediğimiz vatandaşı bilinçlendirmemiz gerekiyordu. Çünkü bu konuda yaşanan sıkıntılar çok ciddi bir şekilde artmakta ve birçok sıkıntı son kullanıcı hatalarından kaynaklanmakta idi.
Biz bu farkındalığı oluşturmak için çeşitli seminerler verdik. Okullarda, gerek çocuklara gerekse anne ve babalara ulaştık bu seminerlerle. Bir bilgisayarın hacklenmesinden ziyade insanların hacklendiği, insanların teknolojik aletler kullanılarak dolandırıldığı bir zamanda yaşamaya başladık ve insanlarımız bunun çok da farkında değil. Bu farkındalığın okullarda gençlerimize, yine anne babalarımıza, bakkala, manava, kasaba ulaşması ile ilgili bir dert edindik ve çeşitli seminerler organize ettik. Üsküdar’daki tüm devlet okullarında okul müdürlerimiz, milli eğitim müdürümüz, kaymakamımız, belediye başkanımızın da desteğiyle bir organizasyon yaptık ve okullarımızın hepsinde hem öğrencilerle hem de velilerle buluştuk. Bu seminerler sonrasında dinleyen insanların olumlu geri dönüşlerinin yanında bize söyledikleri ortak şey ‘Biz bunu komşularımıza, eşimize, çocuğumuza, akrabalarımıza nasıl anlatacağız? Çağırsak gelir misiniz?’ oluyordu. Yani bu kitap, bilginin herkese ulaşabilecek hale gelmesi için ve açıkçası seminerler sonrasında gelen isteklerin karşılanabilmesi için yazıldı.
Benim bir yazar kimliğim yok aslında. Bu kitap ilk ve belki de son kitabım. Kitap yazmayla ilgili bir hedefim yoktu. Ama bu konuda bir zorunluluk, bir eksiklik hissettiğim için yazdım.
Okuduğunuzda fark edeceksiniz: Kitap konuşma dili ile yazıldı. Özellikle konuşma dili ile yazılmasını şunun için istedik: İnsanların teknoloji ile ilgili kitaplara karşı bir önyargıları var. Teknoloji hep teknik terimlerle anlatıldığı için oluşan ‘biz anlamayız’ korkusunu, ön yargısını kırmak gerekiyordu. Biz de bu kitabı teknik bir ifade kullanmadan herkesin okuyup anlayabileceği çok kısa bir sürede okunabilecek bir kitap haline getirdik. Yaklaşık 45-50 dakikada okunabilen bir kitap.
Kitabın içeriği hem görsel hem bilgi olarak her kesime hitap ediyor. Amacınız her kesime hitap etmek miydi?
Evet, niyetimiz her kesime bu bilgiyi aktarmak. Kitapta 20’nin üzerinde karikatür var ve bu karikatürlerin metinlerini biz yazdık, çizimlerini Hacamat Dergisi’ndeki bir karikatürist arkadaşa yaptırdık. Kitapta yine 20’nin üzerinde video var ve bu videoları kare kodlara gömdük. Böylece kişi telefonuyla karekodu okutarak o konu ile ilgili videoya erişebiliyor. Yani kitapta hem karikatür var, hem video var, hem de metin var. Haliyle niyetimiz bu kitabın herkese ulaşması, okuyanda farkındalık oluşturması ve okurken sıkılmadan okunabilmesi idi. Bunu başarabildiğimizi düşünüyorum.
Tam burada diğer soruyu sorayım. Kitabın isminden yola çıkarak, teknoloji bir fırsat mıdır tuzak mıdır sizce?
Teknoloji fırsat mıdır, tuzak mıdır sorusu kitabın da ana sorusu. Teknoloji aslında çok büyük bir fırsattır, aynı zamanda çok büyük bir tuzaktır. Bu, o teknolojiyi kullananın niyeti ile ilgilidir. Kişinin eğitimi, kültürü ve amacıyla ilgilidir aslında. Bunu şöyle bir örnekle belki açıklamak daha sağlıklı olacaktır; Bıçak cerrahta olursa hayat kurtarır, tedavi eder, problem çözer. Aynı bıçak cellatta olursa hayat alır. Teknoloji de böyledir. Kişinin onu hangi niyetle kullanacağı belirler sonucu. Teknolojiyi günümüzde savunma sanayisinde kullandığınızda ülkenizi korumuş oluyorsunuz. Ama teknolojiyi art niyetli olarak kullanırsanız, hem kendinize hem başkalarına zarar verebilirsiniz. Kötü amaçlı kullanıma herkesin bildiği en meşhur örnek ‘bylock’ programıdır. Eğer oturur evde telefonla oyun oynarsanız o telefon sizin için bir oyun konsoludur. Ama oturur haber okursanız, araştırma yaparsanız o telefon size bilgi kazandıran, sizin bilgi derinliğinizi arttıran bir kütüphanedir. Yani teknoloji fırsat mıdır? Tuzak mıdır? Kullananın niyeti ile ilgili bir durum açıkçası.
Siz bilgi güvenliği uzmanısınız. Sizin sektörde çalışan insanlar hem gençlere hem ailelere yönelik bu tür kitaplar yazmazlar. Siz neden böyle bir eser meydana getirme ihtiyacı duydunuz?
Bilgi güvenliği ile uğraşan arkadaşlarımız çok kıymetli işler yapıyorlar. Bir kurumun yada çalıştıkları bir şirketin bilgi güvenliği, veri güvenliği, bilgilerin korunması, siber saldırıların defansıyla uğraşması açıkçası çok kıymetli ve teknik bir uğraştır. Bu işlerle uğraşan çok fazla sayıda kişi de yok. Olan arkadaşların sayısının azlığı iş yoğunluğunu arttırıyor. Bu iş yoğunluğunun vermiş olduğu iş temposu da arkadaşları sosyal hayattan koparıyor. Biz belediyede çalışıyor olmanın avantajıyla, vatandaşa dokunan bir mekanizmadayız. Yani vatandaşa dokunan bir yerde çalışmanın avantajını değerlendirdik. , belediyede olmak, bilgi güvenliği alanında da vatandaşa ne anlatabilirizi düşünmemize sebebiyet verdi. Yoksa diğer arkadaşların da imkânları olsa onlar da bundan çok çok daha iyi şeyler mutlaka yapacaklardır.
Günümüzde bir hastalık var. Sanal Bağımlılık. Sanal bağımlılık ile nasıl mücadele etmeliyiz?
Sanal bağımlılık, teknoloji bağımlılığı artık günümüzün yeni kavramlarıdır. Bundan 20 yıl önce böyle kavramlar yoktu ülkemizde. Artık hastanelerde teknoloji bağımlılığı ile ilgili poliklinikler açıldı. Çünkü ciddi vakalar oluşmaya başladı. Bu bağımlılık, insan psikolojisini, yaşamını, fizyolojisini, biyolojisini etkileyen unsurlara dönüştü. Haliyle bunların hepsi teknoloji bağımlılığı ile ilgili bir kavramı ortaya çıkarttı.
Bağımlılıkla ilgili bir araştırma yaptığımızda enteresan bir şeyle karşılaştık. Aslında bağımlılık bir sonuçtur. Daha enteresanı bütün bağımlılıkların sebepleri aynı. Yani sebepleri aynı olan sonuçları farklı olan bir vakıadan bahsedeceğiz. Burada ortaya şu çıkıyor; kişi en kolay eriştiğine bağımlı olur. Yani eğer internete, ya da o sanal dünyaya, teknolojiye erişimi kolaysa, o kişi teknoloji bağımlısı oluyor. Aynı kişi uyuşturucuya kolay erişirse uyuşturucu bağımlısı olur. Alkole kolay erişirse alkol bağımlısı olur. Bağımlılık gerçekten ona erişmekle ilgili bir durum. Teknoloji bağımlılığı yada diğer tüm bağımlılıklarla ilgili mücadelelerde hep sonuçlar konuşuluyor. Çünkü daha popülist ve daha kolay. Bir çocuğun 15 saat internet kullanması haber değeri olan bir şey. Medya bunu birkaç gün televizyonlarda işler. Ya da bir uyuşturucu bağımlısının hayatına son verdiği o sahneyi insanlara sık sık gösterirler. Ama ben seminerlerde de dinlediğim hikâyelerden yola çıkarak bu işin çözümünün sebepleri ortadan kaldırmak olduğunu biliyorum. Biz teknoloji bağımlılığıyla ya da diğer bağımlılıklarla mücadele ederken bunların sebepleri nelerdir, bir çocuğu 15 saat internete bağlayan sebep nedir diye düşünüyoruz. Ailesinin veya çevresindeki diğer insanların asıl yapması gereken kişiyi bu sonuçlara mahkûm eden nedenlerin ortadan kaldırılması ilgili bir çözüm arayışında olmaktır.
Buna şöyle bir örnek verirsem daha açıklayıcı olur inşallah; Düşünün ilkokul 1.sınıfa giden bir çocuğunuz var, ilk defa sizden ayrılıyor, ilk defa sosyal bir ortamı olacak. Ve okulda, serviste yaşadıkları onda büyük bir heyecan, büyük bir ışık yaratıyor. Her tanıştığı, her gördüğü şey yeni bir şey onun için. Bu çocuk evden çıktıktan sonra eve gelene kadar bunları size anlatma hayalini kuruyor. Bu çocuk bu hayalle okuldan eve gelince, daha kapının önünde ayakkabısını bile çıkartmadan, size yaşadıklarını anlatmaya başlar. Serviste şu oldu, okulda bu oldu falan. Bazen anlamsız, bazen çok dağınık cümlelerle de olsa size o gün yaşadıklarını anlatmaya çalışır. Kapıda onu karşılayan anne ve babanın onu karşılama şekli bağımlılıkla ilgili sebepleri, temelleri oluşturuyor. Eğer onu karşılayan anne ‘oğlum/kızım mutfakta işlerim var, ocakta yemeğim var, yapmam gereken bir sürü iş varken şu an seni dinleyemem. Al şu tableti otur içeride. Ya da bir çizgi film aç otur izle. Ya da ödevlerini yap derse’ yani o çocuğun heyecanını kapıdayken karşılamıyorsa çocuğun içindeki o büyük ışıltı orda söndürülüyor demektir. Çocuğunun gözündeki o heyecanı her gün böyle söndüren ebeveynlerimiz var. Biz anne ve babalarımıza diyoruz ki, ‘bu çocuk sizden merhamet ve şefkat beklerken, ilgi beklerken, hikâyesini dinlemenizi beklerken siz susturdunuz. Bunu tekrar tekrar yapmanız, çocuğunuzu lisede size susan, konuşmak istediğinizde sizinle muhatap olmayan bir teknoloji bağımlısına dönüştürecek. Yani ilkokulda dinlemediğiniz çocuğa lisede sizinle konuşması için yalvaracaksınız. Bu kaçınılmaz bir son.’
Hep sonuçlar konuşulduğu için kimsenin sebepleri düşünmeye zamanı(!) yok. Ben okullara gittiğimde anne ve baba bana çocuğunun bağımlı olduğunu, çok uzun süreli internet kullandığını, oyunun başından kaldırıldığında ise evde huzursuzluk çıkarttığını söylediğinde, anne ve babaya ‘o çocuğa geçmişte neler yaptınız onları konuşalım mı?’ diyorum ve bunları anlattığımda hem suçlarını kabul ediyorlar, hem de duygulanıyorlar. Çocuklarla ilgilenmemişiz. Sokaklar çocuklarımızı salacağımız kadar güvenli değil algısı var. Haliyle bir apartman dairesinde, dört duvar arasında yetişen bir neslin, diyalogdan uzak bir neslin sağlıklı bir geleceği inşa etmesi beklenemez. Yani bizim bu anlamda da yapmamız gereken birçok şey var. Sanırım bağımlıkla ilgili bunları söyleyebilirim.
Teknoloji kullanımı ile ilgili ailelere neler tavsiye edersiniz?
Çocuğumuzla sosyal ortamlarımız mutlaka olmalı. Gerçek hayatı ailecek, çocuğumuzla mutlaka yaşamalıyız. Yani sokağa dokunmalıyız. Belki bir çiçeğe, bir toprağa, bir hayvana, bir ağaca dokunmalıyız. Özellikle evde teknoloji kullanımı ile ilgili söylenecek çok şey var. Biz anne ve babalara sakın yasaklayıcı olmayın diyoruz. Çünkü yasaklamak üreten değil tüketen bir toplum inşa eder. Bir şeyi yasaklamak onun kölesi yapar insanı. Haliyle çocuklarınıza asla teknolojiyi yasaklamayın diyoruz. Kısıtlayın, denetleyin ama asla yasaklamayın.
Bir diğer konu da teknoloji kullanım kültürüdür. Teknoloji kullanım kültürü ile ilgili anne ve babalar aslında çocuklara nazaran daha bağımlı. Yani teknolojiyi kullanırken çocuklarımız anne ve babalara göre daha bilinçli kullanıyorlar. Bu da kuşak farkı. Z kuşağı dediğimiz; doğduğunda internetin içine doğan bu çocukların teknolojinin içine doğmalarından kaynaklı teknolojiyi daha doğru kullandıklarını gözlemledik. Anne babalar bu teknolojiyle sonradan tanıştıkları için sanal dünyada özellikle de sosyal medyada çocuklarımıza nazaran daha fazla vakit harcıyorlar. Çocuklarımız belki oyun oynuyor ama annelerimiz facebookta, instagramda helak oluyor. Bir kullanım kültürümüz oluşmamış maalesef. Anne ve babalara yine diyoruz ki, evde internet kullanımı ile ilgili adil olun. Ne demek adil olun; yani çocuğunuza 1 saat ya da 2 saat kullanım hakkı veriyorsanız kendiniz de bu kadar kullanın. Yani ailenin bütün fertleri aynı süre internet kullansınlar ki çocuğunuzda size zalim gözüyle bakmasın. Yani baba 6 saat internette çocuk yarım saat internetteyse, çocuğun gözünde babası zalim oluyor. Bu kaçınılmaz bir algı. Çünkü çocuğun gözü sizin üzerinizde ve sizi görüyor akşama kadar. Siz sürekli elinizde telefonla bir şeyler yapıyorsunuz velev ki yaptığınız şey işiniz olsun, çocuğun canı gidiyor orada ama siz onu ödeve zorluyorsunuz. Burada yapılması gereken şey adil davranmaktır. “Ben bir saat kullanıyorsam çocuğumda bir saat kullansın, eşimde bir saat kullansın. Herkes eşit sürelerde interneti kullansın ve geriye kalan zamanda ortak zamanlarımız olsun.” Bu uygulanabilir.
Küçük çocuğu olanlar için bazı uyarılar yapmam gerekiyor. Beş yaşından ufak çocuğu olan anne ve babalara diyoruz ki, mümkün mertebe çocuğunuz uyuyana kadar tabletle telefonla oynamayın. Yani telefonunuz sizden uzak bir noktada olsun ve çocuğunuz uyuduktan sonra onlarla ilgilenin, çocuk onu görmesin. Çocuk, tüm hayatı internette geçen bir anne görmesin, bu görüntü ile büyümesin. Çünkü onun kahramanı, onun rol modeli anne ve babadır.
Teknoloji kullanım kültürüyle ilgili yaptığımız önemli bir uyarı da, Türkiye’de dört çocuktan birinin kendi odasında internete giriyor olmasıdır. Yapılan araştırmalarda suç işleyen çocukların çoğunluğunu, kendi odasında, ailesi yanında olmadan interneti uzun süre kullanan çocuklar oluşturuyor. Kitapta da bundan bahsettik. Biz anne ve babalara diyoruz ki, çocuklarımız evin salonunda, herkesin oturduğu ortamda ve ekranını da herkesin görebildiği bir bilgisayarda internet kullansın. Bunu anne ve baba da yapsın.
Bir diğer konu çocuklarımızı sokakla buluşturmalıyız. Türkiye’nin bütün sokak ve caddeleri internetten daha güvenlidir. Çok iddialı bir cümle biliyorum ama Türkiye’nin Sokak ve caddelerini bilen biriyim. İnternetin de içeriğini bilen biriyim. (Çok iddialı bir cümle biliyorum ama sokakları ve caddeleri de, internetin içeriğini de bilen biriyim.) Biz o sokaklarda büyüdük. Biz o sokaklarda oynadık. Ayağımız kırıldı, başımız yarıldı, kavga ettik, hastalandık. Çocuklarımızın da bu gerçek hayatı yaşaması gerekiyor. Sokakta akranlarıyla oynamayan çocuklarımız evde ekranlarıyla oynamaya başladı. Maalesef şu an sokaktan, gerçek hayattan kopuk bir nesil geliyor. Bunun dezavantajlarını ileride yaşayacağız, göreceğiz. Hem sokakların tehlikelerini hem internetin tuzaklarını bilen biri olarak o cümleyi tekrarlıyorum: Türkiye’nin bütün sokak ve caddeleri internetten daha güvenlidir.
Son zamanlarda ortaya çıkan yeni bir terim var; Sosyal Medya Anneciliği. Bunu biraz bize anlatabilir misiniz? Nasıl ortaya çıktı bu terim? Nedir Sosyal Medya Anneciliği?
‘Sosyal Medya Anneciliği’ yeni bir kavram. Teknolojinin gelişimi ile birlikte ilginç kavramlarımız ortaya çıktı. Siber zorbalık, teknoloji bağımlılığı, yeni medya, youtuber gibi birçok kavram var artık. Her gün sosyal medyada dolaşıyoruz ve izlediğimiz videolar, gördüğümüz içerikler, hayat hikâyeleri vesaire oluyor. Biz bunların çoğunu hayretle, ilgiyle takip ediyoruz, izliyoruz, örnek alıyoruz. Şuan dünyadaki uluslararası çalışan bütün ticari mekanizmalar sosyal medya veya medya üzerinden ‘ticaretimi nasıl yaygınlaştırırım?’ diye ciddi paralar harcıyorlar. Yani koca koca şirketler servetlerinin büyük bir kısmını buralara yatırarak araştırmalar yapıyor ve ‘ürünümüzü nasıl satarız nasıl tanıtırız?’ diye hesaplar yapıyorlar. İnternette izlediğiniz ve size çok masum gelen birçok videoda aslında reklam var. Yani bazen bir çiftçi çiftliğinde yetiştirdiği bitkiler için kullandığı ve çok fayda gördüğü bir ilacı tanıtırken onun sadece ilaç reklamı olduğunu fark edemiyoruz. Ya da sizin bir ürün alma ihtiyacınız var ve bu ürün ile ilgili bir yerlerde yorumları okurken, aslında o yorumları yapan insanların o ürünün pazarlama şirketinde çalışan sosyal medya uzmanları olduğunu düşünemiyoruz. Son zamanlarda da anneleri görüyoruz bu işi yapan. Bu annelerimizin çocukları doğuyor, hatta daha doğmadan hamilelik süreçlerinde başlayan bir video zinciri yapıyorlar. Ve hamileliği, çocuğun dünyaya gelmesi, çocuk için kullandığı ürünler, hamileyken kullandığı ürünler, bu süreçte kullandığı ilaçlar, mama, bez aklınıza ne geliyorsa bunların hepsi ile ilgili (tırnak içinde söylüyorum) aslında anneliği tanıtan, annelik ile ilgili duyguları anlatan videolar çekiyorlar. Ama işin perde arkasında marka reklamları var ve anneler bunu ticari amaçla yapıyorlar. Çocuğun haberi olmadan, iradesi yokken çocuğu aslında ticari bir pazarlama unsuru olarak kullanıyorlar. Buna da sosyal medya anneciliği deniyor. ‘Çocuk için şu mamayı kullandım ve çok faydasını gördüm’ ya da ‘Şu bez sızdırmıyor’ gibi şeyler. Yatağından tutunda çocuğun kıyafetlerine kadar birçok şeyin önerilmesinde, aslında izleyenin farkında olmadan bir reklama maruz kaldığı ve annenin de bunu anlatırken aslında reklam amaçlı arka tarafta ücretini aldığı bir ajans üzerinden bunu yaptığını maalesef bilmiyoruz. Her şey bir kurguya dönmüş durumda. Yani internette gördüğünüz o takipçisi çok yüksek olan fenomenlerin, aslında büyük büyük şirketlerin basın danışmanlığını yaptığını, sözüm ona işte 500.000 takipçisi olan bir twitter hesabının gittiği her şirkette bir twitin şu kadar bedeli olduğunu konuştuğunu, twitter kullanıcılarının çoğu bilmez. Mesela gittiği bir kebapçıyı paylaşan biri. ‘Yoldan geçerken uğradım.’,Çok lezzetliydi yediğim kebap.’ diye attığı twitin aslında bir bedeli olduğunu, o bedeli aldıktan sonra böyle bir twit attığını twitter kullanıcıları bilse hani belki işin durumu daha da değişecek. Aslında biz sürekli bir satışla, bir pazarlamayla karşı karşıyayız. Yani sosyal medyada gördüklerimiz, metinler, takipçisi yüksek insanlar ya da youtuberların videolarının hepsinin içinde aslında reklam var. Bir pazarlama senaryosu var. Çok masum değiller.
Çok güzel bir slogan var kitapta, ‘Dur, Düşün, Bağlan’ Bu sloganı biraz açar mısınız?
Bu benim seminerlerde de sıklıkla dile getirdiğim bir slogan; Dur! Düşün! Bağlan! Yurt dışında da böyle bir oluşum var; Stop! Think! Connect! Biz bunu Türkiye’de de bir farkındalık malzemesi olarak kullanmak istedik. Aslında şunu demek istiyoruz. Bir paylaşım yapmadan önce, ben bu paylaşımı yaparsam bana bir zararı olur mu? Bu bilgiyi paylaşırsam bir tehdit, bir risk oluşturur mu? diye insanın durup düşünmesi lazım. Riskleri ve tehditleri hesap ettikten sonra ancak bağlanıp paylaşması gerekiyor. Buna birkaç örnek vermek istiyorum. ‘Biz hafta sonu Antalya’da tatildeyiz’ diyen birinin, mahallesinde yaşayan hırsızlara evde olmadığının bilgisini kendisinin verdiğini bilmesi lazım. Veya siz facebook’ta twitter’da, sosyal medyanın herhangi bir mecrasında, ‘Tatilimizi bu yıl şu ülkede / şehirde geçiriyoruz’ der ve oradan sürekli anlık fotoğraflar paylaşırsanız, evde yoksunuz, tatildesiniz, şehir/yurt dışındasınız demektir. Hırsızlar için en zor aşama evde olmayanı tespit etmektir. Siz bunu kendi elinizle bütün dünya ile paylaşıyorsunuz. Hırsıza yardım etmiş oluyorsunuz.
Çocuklarınız fotoğrafları, gittiği okulu, bindiği servisin saatlerine kadar birçok paylaşımlar yapılıyor. Çocuğu kaçırmak isteyen art niyetli birileri için de malzeme üretmiş oluyorsunuz. Başka bir örnek vereyim. Normal şartlarda direkt sizden bir bilgi istendiğinde veremeyeceğiniz, vermemeniz gereken, vermediğiniz bazı bilgiler var ve aslında bu bilgileri sosyal mecralarda farkında olmadan paylaşıyorsunuz. Mesela paylaştığınız bir çocuğunuzun fotoğrafının altındaki ‘Dayısının bitanesi’ yorumu ile anne kızlık soyadını bütün dünya ile paylaşmış oluyorsunuz. Çünkü kimin dayısıysanız onun anne kızlık soyadını taşırsınız. Kendinize akraba ilişkilendirdiğinizde de ‘bu benim dayımdır’ diye anne kızlık soyadınızı bütün dünya ile paylaşmış olursunuz.
İnternette paylaştığınız şeyleri kontrol etmek, bunları süzmek, bunlara dikkat etmek zorundasınız. Çünkü sizin internette paylaştığınız o kıymetli bilgiler, birleştirilerek sizin aleyhinizde kullanılabilir. Tuttuğunuz takım, nereli olduğunuz, yaptığınız iş, hastalıklarınız, ilgi alanlarınız bunların hepsi bir araya getirilerek sizinle ilgili sosyal mühendislikler yapılabilir. Dolandırılabilirsiniz. Telefonla sizi arayanlar ‘Emniyetten veya savcılıktan arıyorum’, ‘Sen şu takımı tutuyorsun’, ‘Şurada çalışıyorsun’ şeklinde bilgiler aktardığında bu kadar bilgiyi ancak emniyet/savcılık bilir düşüncesini sizde oluşturabilir.
Biz son kullanıcılara, yani teknoloji kullananlara, ‘Dur! Düşün! Bağlan!’ sloganını öğretmeye çalışıyoruz.
Kitap ve konumuz ile ilgili neler söylemek istersiniz?
Burada kitaptan ziyade ya da benim şahsımdan ziyade bu konunun çokça dile getiriliyor olması daha kıymetli. Gerçekten her mecrada, her ortamda dile getirilmesi, konuşulması, gündem edilmesi gereken bir konu. Artık sosyal medyanın, dijital platformların insanın yaşantısı ile hemen hemen her alanda iç içe olduğu bir zamanda yaşıyoruz. Bununla beraber doğru yaşamayı öğrenmemiz gerekiyor. Artık telefonsuz, teknolojisiz yaşamak mümkün değil. Bununla yaşamak zorundaysak, bununla doğru yaşamayı, faydalı kullanmayı, zararlarından korunmayı öğrenmemiz gerekiyor.
Ne yaparsak teknolojiyi doğru kullanmış oluruz? Yasaklamak, her konuda yasaklamak köleleştirir! Anlattığım bir hikâye var; Osmanlı zamanında İbrahim Müteferrika vardı. Bu İbrahim Müteferrika’nın matbaa makinalarını icat ettiği dönemde ilginç bir şekilde bir fetva yayınlandı ve “matbaa haramdır” denildi. Matbaa haramdır cümlesi, Osmanlının matbaa makinelerini ve matbaayı kullanma ile ilgili senaryosunu, gelişme ihtimalini durdurdu. Sonuç olarak şu an dünyanın en iyi makinelerini en iyi matbaa malzemelerini Almanlar üretiyor. Heidelberg gibi bir markaları var ve neredeyse bütün dünyada bu makine kullanılıyor.
Benzer hataları başka alanlarda da yaptık. 1950’lerde medya çıktı, televizyon yaygınlaştı. Artık telgraf, mektup vesaire yok. Televizyon, radyoda dinlediklerimizi artık göreceğimiz bir ortam. Fakat ilginç bir şekilde “televizyon haramdır” gibi bir fetva verildi kimilerince. Bunun sonucunda biz kendi televizyonlarımızı, kendi medyamızı izleyemedik. Yıllarca medya üzerinden iktidar getirdiler, iktidar götürdüler. O gün televizyon haramdır diyen bütün cemaatlerin bugün televizyon kanalı var. Bu da şunu gösteriyor ki bu işten kaçış yok. Öyle yada böyle bunu kullanmak zorundayız. Eğer biz o gün haramdır demeseydik şu an medya kültürümüz çok daha farklı bir noktada olabilirdi.
2000’lere geldik. İnternet var, sosyal medya var. Artık medyanın da önüne geçen bir güç oluşuyor. Bu konuda da hatalar yapıyor bazı büyüklerimiz. 2017 yılında bitcoin yani bilinen adıyla sanal para dediğimiz şey rakamsal olarak çok değerli, çok kıymetli bir hale geldi. Aslında bu blok zincir teknolojisi bir güvenlik teknolojisidir ve dünyada yaşayan herkes, zamanı geldiğinde bu blok zinciri kullanmak zorunda kalacak. Diyanet İşleri Başkanlığı bir açıklama yaptı; ‘bitcoin haramdır’ dedi. Bitcoin şu anda piyasada para gibi, sanal para gibi algılansa da, aslında bir teknoloji, bir güvenlik zinciri teknolojisidir. Bunu her alanda kullanmak zorunda kalacağız. Diyanet İşleri Başkanlığının hangi kriterlere göre ‘haramdır’ fetvasını verdiğini bilen yok!
Sanal paranın gelecekte ne kadar etkili ve önemli olacağını bir örnekle anlatayım. İnternette bir konu ile ilgili bir arama yapacaksınız. Size bir sürü içerik gelecek ve bu içerikler birbirleri ile çelişecek. Hangisinin doğru bilgi, hangisinin sahte bilgi olduğunu ayırmakta zorlanacaksınız. Çünkü devasa bir içerik var. Sonuçta bu güvenlik zincirine tabi olanlar güvenli kalacak, diğerleri de güvensiz kalacak. Bankadaki paralarımız, bize gelen haberler, bize gelen e-postalar sahte mi gerçek mi bunları ayırt etmek için blok zincir teknolojisini kullanmak zorunda kalacağız. Dahası bundan 10 yıl sonra kâğıt para kullanmayacağız. Kâğıt para gördüğümüzde bizim için sadece nostalji olacak. Dünya buraya doğru giderken, bizim sürekli yasaklayan, haram fetvası veren bir tarafta kalmamız, bizi teknolojiyi geliştiren tarafta değil tüketen tarafta tutuyor. Ve biz teknolojiyi maalesef geliştiremiyoruz.
Şu anda dünyanın en büyük bankası bitcoin ve o bir yazılım. Yine dünyanın en büyük taksi şirketinin kendisine ait bir tane bile taksisi yok. Çünkü o bir yazılım. Dünyanın en büyük perakende satıcısının kendisine ait bir tane deposu yok. Çünkü o bir yazılım. Dünya artık buraya doğru gidiyor. Yani Uber’den bahsediyorum, Alibaba’dan bahsediyorum, Amazon’dan bahsediyorum. Bunlar günümüzde fabrikaların kat be kat üstünde değerlere sahip. Whatsap bir yazışma programı, bir yazılım, bir uygulama ama 5000 çalışanı olan bir Tüpraş’tan daha değerli. Bizim artık bunları görmemiz gerekiyor. Dünya buraya giderken biz bu alana kör, sağır ve dilsiz kalamayız. Bunu geliştirmek zorundayız.
Son olarak neler söylemek istersiniz?
Bitirmeden önce birkaç konudan bahsetmek istiyorum. İnternet kullanıyorsak internetteki mahremiyetimize önem vermeliyiz. Paylaştığımız bilgiler bizim için risk oluşturabilir.
İnternette çokça internet yalanları var. Algı yönetimi ve manipülasyon ile insanları kaosa sürüklemek, morallerini bozmak, kutuplaştırmak, öfkelendirmek için sürekli internet yalanları kullanılıyor.
Sosyal medyada kişilerin birbirlerini ifşa ettiği, birbirlerine lakap taktığı, hakaret ettiği bir ortam var. Bununda günah olduğunu biliyor olmamız lazım. Gerçek hayatta günah olan her şey, internet ortamında da günahtır. Zamanımız çok kıymetli, internette bunu israf etmememiz lazım. Gereksiz içeriklerle, gereksiz videolarla vakit öldürmemek gerek. Çokça oltalama var. Artık makinemize bulaşan bir zararlı yazılımın başımıza neler getireceği ile ilgili kimsenin bir fikri yok. Artık makinelerle beraber insanlar hackleniyor.
Kısaca buralara dikkat etmemiz lazım. Bizim teknoloji kullanım kültürümüzün oluşması için ortak kaygılarda ortak dertlerde buluşmamız gerekiyor. Komşularımızla, akrabalarımızla bir arada yaşadığımız insanlarla bunları konuşup ortak kararlar almamızda fayda var.
İnşallah faydası olmuştur yaptığımız çalışmaların. Yaklaşık 190 seminer ve o seminerlerin bir ürünü olan bir kitap var şu an. Kesinlikle yetersiz. Bu işin gerçek sahipleri okullardaki rehber hocalarımız. Bu işin gerçek sahipleri sosyal hizmetler müdürlüklerimiz. Bu işin gerçek sahipleri camilerdeki imamlarımız. İnşallah böyle bir malzeme, içerikle onlara da kaynak üretmiş olduk. Allah yaptığımız işleri hayırlara kavuştursun.
Bize zaman ayırdığınız için teşekkür ederim.
Ben teşekkür ediyorum.
İlginizi Çekebilir