MODERN İNSAN KUL OLDUĞUNU UNUTUP MÜKEMMELLİĞİN PEŞİNDEN KOŞUYOR!
YAŞAMİmran Elagöz Taşkın, “Kulluk bilincine sahip insan, mükemmel tek varlığın Allah olduğunu, onun dışındaki bütün varlıkların az çok kusurlu olduğunu bilir” dedi.
Röportaj: Ziya Gündüz
Yazar İmran Elagöz Taşkın ile yeni çıkan öykü kitabı “Kusurlu Heykel” üzerine konuştuk. Yazar Kusurlu Heykel’de geçmişi ve bugünü ironik bir dille anlatmaya çalışmış. Kitapta nereden nereye geldiğimiz ve nereye doğru gittiğimizin ince dokundurmaları var. İmran Elagöz Taşkın, “Kulluk bilincine sahip insan, mükemmel tek varlığın Allah olduğunu, onun dışındaki bütün varlıkların az çok kusurlu olduğunu bilir” dedi.
İmran Hanım sizi tanıyabilir miyiz?
Aslen Erzincan Kemah doğumluyum. Ben dört yaşındayken ailem İstanbul’a taşınmış. İlkokuldan sonra Kur’an kursuna gittim. Orada hafızlık eğitimimi de tamamladım. Ortaokul ve lise diplomalarımı dışarıdan imtihanlarını vermek suretiyle aldım. Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesini bitirip Kelam Ana Bilim Dalı’nda yüksek lisans yaptım. Bütün eğitim hayatım İstanbul’da geçti. Halil Taşkın Bey’le 15 senedir evliyiz. Bir kızımız, bir oğlumuz var. Şu anda bir kamu kuruluşunda görev yapmaktayım.
ÖĞRETMENLERİMİN, HOCALARIMIN BENİM ÜZERİMDE BÜYÜK ETKİSİ VARDIR
Okuma ve yazma merakınız ne zaman ne şekilde başladı?
Öğretmenlerimin, hocalarımın benim üzerimde büyük etkisi vardır. O sebepten kitabımı üzerimde emeği ve hakkı olan bütün hocalarıma ithaf ettim. Bana okumayı, yazmayı öğreten ve sevdiren ilkokul öğretmenim Hüsamettin Kırmızıgül Bey’dir. Her sene sınıf kitaplığımızdaki bütün kitapları okurdum. Bazılarını birkaç defa okuduğum olmuştur.
Evimizde ne kitap ne kütüphane vardı. Ama gazete alınırdı. Babam gazetedeki köşe yazılarını yüksek sesle okuturdu bana. Hoşuma giderdi ona okumak. Ağabeyimdeki Tommiks, Zagor kitaplarını ondan gizli alıp okurdum. O da arkadaşından aldığı için bana pek vermek istemezdi. Fakat bir gün yakalandım ve fena kavga ettik. Babam kavganın sebebini öğrenince “Kızım hangi kitabı istersen söyle, ben sana alacağım,” dedi. Öğretmenimiz derste Mehmet Akif Ersoy ve Safahat’tan bahsetmiş “Çocuklar bu kitabı muhakkak okumalısınız,” demişti. Onu hatırlayıp Safahat’ı istedim babamdan. İlkokul dört ya da beş. İlk kitabımdır Safahat.
Okumayı sevdiğim için nerede ve kimde kitap bulursam alıp okuyordum. Oldukça geniş bir okuma yelpazesine sahiptim ilk gençlik yıllarımda. Rahmetli Şule Yüksel Şenler’in Huzur Sokağı’nı kaç defa okuduğumu hatırlamıyorum. Ahmet Günbay Yıldız, Emine Şenlikoğlu okuduğum gibi Fransız, İngiliz ve Rus klasiklerini den de okumuştum o dönemde. Reşat Nuri Güntekin, Refik Halid Karay, Peyami Safa ve Ahmet Hamdi Tanpınar’ın kitaplarından da nasiplenmiştim.
Yazma çok sonradan geldi. Ara ara günlük tutardım. Beni etkileyen bazı olayları karaladığım defterimi hâlâ saklıyorum. Fakat o dönem yazdıklarım yazar olurum düşüncesiyle yazılan şeyler değildi. 2010 yılında Ali Ural Hocam’ın yazı ve şiir atölyesine katıldıktan sonra yazı denemelerim başladı. Zordu yazmak. Kurgudan çok uzaktım. O sebepten yaşadığım olayları yazarak başladın. Gözlemlerimi, sevinçlerimi, hüzünlerimi… Zamanla kurgu yapmayı öğrendim.
BEN BÖYLE BİR KİTAP YAZACAĞIM DİYE BAŞLAMADIM DOĞRUSU
“Kusurlu Heykel” isimli öykü kitabını yazmanızdaki amacınız nedir?
Ben böyle bir kitap yazacağım diye başlamadım doğrusu. Altı sene kadar önce Ali Hoca bize içinde karga geçen bir hikayeyazma ödevi vermişti. Kitabın birinci bölümü o dersten çıktı. Hatta “Heykelin Elindeki Tespih” adıyla Karabatak dergisinde yayımlandı. Aradan bir iki yıl geçtikten sonra yine bir ödev olarak ikinci bölümü derse getirdim. Ali Hoca o zaman bana kitap olarak buna devam etmemi söyledi. İlk başlarda heykel konulu bir kitap yazma fikri bana çok uzak göründü. O sebepten başka öyküler yazma peşine düştüm.
Ölüm üzerinde çokça düşündüğüm zamanlarda derse heykelin mezarlıkta olduğu bir bölüm getirdim. Bundan sonra artık kaçışım kalmamıştı ve kitap olacak şekilde eski bölümler üzerindede yeniden çalışarak yazmaya başladım. Zor ve keyifli bir süreçti. Yaptığım okumaların çok faydasını gördüm. Özellikle İsmail Kara Hocamın “Cumhuriyet Türkiye’sinde Bir Mesele Olarak İslam” ve Erol Göka’nın “Ölme” isimli kitapları belli bölümleri yazarken benim için ufuk açıcı oldu.
Kusurlu Heykel’de geçmişi ve bugünü ironik bir dille anlatmaya çalıştım. Nereden nereye geldiğimiz ve nereye doğru gittiğimizin ince dokundurmaları var. Paul Valery, “Mesaj meyvede gizli bir vitamin gibi olmalıdır.” diyor. Benimkilerin o kadar gizli olmadığını söyleyebilirim.
MODERN İNSAN KUL OLDUĞUNU UNUTUP MÜKEMMELLİĞİN PEŞİNDEN KOŞUYOR
Kitabınıza neden “Kusurlu Heykel” ismini verdiniz?
Modern insan kul olduğunu unutup mükemmelliğin peşinden koşuyor. Mükemmel bir beden, mükemmel okul, mükemmel iş, mükemmel eş, mükemmel çocuk… her şeyin mükemmeli. Bunlara ulaşamadığında mutsuz oluyor. Oysa kulluk bilincine sahip insan, mükemmel tek varlığın Allah olduğunu, onun dışındaki bütün varlıkların az çok kusurlu olduğunu bilir. Güzellikve kusursuzluğun tabulaştırıldığı bir dönemde insan olarak kusurlu olmanın kötü bir şey olmadığını hatırlamaya ihtiyacımız var. Bazen kusur olarak görülen şeylerin aslında bizim güçlü tarafımız olabileceğini unutmamakta fayda olduğunu düşünüyorum.
Kitabın adı Kusurlu Heykel. Okuyanlar aslında kusurun sadece heykelde olmadığını, diğer kahramanlarda ve yapılan işlerde de bulunduğunu fark edeceklerdir. Düzeltebileceğimiz kusurlarımızı iyiye çevirmek için gereken çabayı göstermekten elbette geri kalmamalıyız. Zira böyle yaptığımızda ancak kendimizi geliştirebiliriz. Yeter ki mükemmellik takıntımız olmasın.
Kitapta sosyal medya ile ilgili mesajlarda var. Özellikle kabristanda defin sırasında herkesin telefona sarılıp olanları sosyal medya hesabından paylaşma yarışını öykü diliyle işlemişsiniz. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Adı paylaşma olsa da son zamanlarda her şeyi gösterme arzusu yaşıyoruz maalesef. Önceleri yenilen, içilen, gezilen, görülen yerler paylaşılırdı. Bu bir özenmeye sebep olsa da son yıllardaki paylaşımların yanında masum kalıyor.
Hastanede yatarken, mezara konurken paylaşılan resimlerin, çekilen videoların sayısı o kadar çok ki! Kimi dedemin son anları diye paylaşıyor, kimi köylüsünün cenaze törenini yüklüyor sosyal paylaşım sitelerine. Bir insanın vefat ettiği anın resmini whatsapp grubunda gördüğüm zaman çok üzülmüştüm. Paylaşan ibret olsun, diye bunu yaptığını söylemişti. Ben öldükten sonra böyle bir resmimin paylaşılmasına razı olmayacağımı yazınca arkadaş silmişti gönderisini. Artık helallik alma imkanımız olmayan kişilerle ilgili yapılan paylaşımlara daha çok dikkat etmeliyiz diye düşünüyorum. Selfie çekerken insanların uçurumlardan yuvarlandığı bir dünyada yaşıyoruz artık. Artık her yerde kayıt altına alınma ihtimali var. Her an istemeden birinin kadrajına, videosuna girebilirsiniz. Aslında bu özgürlüğü kısıtlayan bir hale de dönüşmeye başladı.
KİTAPLA İLGİLİ OLUMLU GERİ DÖNÜŞLER ALIYORUM
Peki, kitapla ilgili olumlu veya olumsuz geri dönüşümler alıyor musunuz?
Kitap Ekim ortalarında çıktı. O zamandan bu yana Kusurlu Heykel üzerine yaptığımız söyleşilerde genel olarak olumlu geri dönüşler alıyorum. Okuyucuların kitapta kendilerine göre farklı ve yeni anlamlar bulmalarından çok mutlu olduğumu söyleyebilirim.
Kusurlu Heykel’den sonra yeni kitap projeniz var mı?
Evet var. Şu anda onun için bazı okumalar yapıyorum. Yine kurgusal bir metin üzerinden anlatmak istediklerimi yazmayı düşünüyorum. Bu defa ne yapmak istediğimi bilerek yola çıkacağım inşallah. Sonuç ne olur bilemiyorum. Gayret bizden Tevfik Allah’dan.
KUSURLU HEYKEL KARAKTERİ BANA KENDİNİ YAZDIRDI
Kitapta bir heykele ustaca duygu veriyorsunuz. Heykeli adeta konuşturuyorsunuz. Bu çok ilginç ve bir o kadar ustaca yapılmış. Bunun için neler söylemek istersiniz?
Teşekkür ederim. Kitabın dili ironik ama daha ironik olan benim heykel konulu bir öykü yazmamdır. Şu kadarını söyleyebilirim; artık iş öyle bir yere gelip dayandı ki, bundan kaçamadım. Kusurlu Heykel karakteri bana kendini yazdırdı. Aslında amatör bir heyecanla yazdım kitabı. Yazma konusunda en büyük şansım Hocam Ali Ural’dır. Kendisi atölyede yazdığımız bütün metinleri okur ve eleştirirdi. Metindeki eksiklikleri, fazlalıkları fark etmemizi sağlardı. Edebiyat sarayının mücevherle değil tuğlalarla yapılacağını, sade ve etkili anlatmanınönemini öğretti Ali Hoca bize. Bunun bir yazar adayı için bulunmaz bir fırsat olduğunu takdir edersiniz.
Son olarak yazma konusunda sizi besleyen eserlernelerdir?
Sait Faik Abasıyanık, Refik Halid Karay, Peyami Safa, Ahmet Hamdi Tanpınar, Ahmet Haşim, Sabahattin Ali, Haldun Taner, yabancılardan Gogol, Çehov, Mark Twain, Stefan Zweig, Kurt Vonnegut’u severek okurum. Bunun yanında günümüz yazarlarının kitaplarını okumak da çok hoşuma gider.
İmran Hanım, bize zaman ayırdığınız için size çok teşekkür ediyorum.
Bende size teşekkür ediyorum.
İlginizi Çekebilir