Eğitim herkes için hayati bir yere sahiptir. Dünya üzerinde yaşayan bütün insanların hava, su, ekmek gibi eğitime ihtiyaçları vardır. Bu konuda Robertson; “Öğretim sınıfta biter, fakat eğitim ancak hayatla beraber sona erer” diyor. Eğitim camiasında özverili çalışmalarıyla tanıdığımız Sakarya İl Milli Eğitim Müdürü Fazilet Durmuş ile “Eğitim Üzerine” konuştuk. Fazilet Durmuş, ‘Eğitimin asıl unsuru, erdemli bir toplumu inşa edebilmek adına erdemli şahsiyetler yetiştirmektir’ dedi.
Röportaj: Ziya Gündüz
Öncelikle hocam, eğitimin tanımlamasından başlayalım. Çünkü bana göre eğitim çok önemli bir kavram. Türkiye’de de sık sık eğitim kavramına vurgu yapılmaktadır. Bu minvalde, eğitim nedir?
Aslında eğitimin herkes tarafından bir tanımı var. Hatta bugün AR-GE’de ki arkadaşlarla toplantı yaptım. 2019-2020 eğitim-öğretim yılında yapılacak olan çalışmaların çerçevesini oluştururken, size göre eğitim nedir? diye arkadaşlarıma da sordum. Eğitimde herkesin baktığı pencere çok farklı. Ben eğitimi şöyle değerlendiriyorum; eğitim zihni ve kimliği inşa eden, yeteneklerin keşfedildiği, karakterin şekillendirildiği, kişinin düşünme ve algılama biçiminin inşa edildiği bir alan. Eğitim, aynı zamanda insanın milli, manevi değerleri kazanmasını sağlayan bir sanattır. Belki çok geniş kapsamlı çizdik. Ama nihayetinde eğitimin ana unsuru insan olduğu için, insan kavramını ne kadar oluşturabiliyoruz. Biliyorsunuz insanoğlu meleklerle hayvanlar arasında bir yerde. Dolaysıyla siz bunu yüceltip melekler seviyesine de çıkarabilirsiniz. Ama bunu değerlerimizden yoksun bırakarak daha aşağı mertebeye de çekebilirsiniz. İnsan olabilme sanatını oluşturacak en iyi mercii ve alan bana göre eğitimdir.
EĞİTİM, İNSANIN MİLLİ MANEVİ DEĞERLERİ KAZANMASINI SAĞLAYAN BİR SANATTIR
Hocam, bunu biraz daha açabilir misiniz?
Benim gözümde ki eğitim de ders tanımı pratik bir fayda değil, hayatın kendisidir. Bugün 21. yüzyılda üzerinde durduğumuz hususta bu. Bilgiyle donanımlı bireylerimiz var. Ama gelin görün ki bunu beceriye yani hayata ilişkilendirmeye döndürdüğünüzde sorunlar yaşıyoruz. Eğitim, hayatın kendisini okuyabilmektir. İşte düşünmeden ve algılamadan kastım bu. Okuduğu hayatı, insanlık yararına, kendisinden sonraki nesillere aktaracak bireyler yetiştirmek. Eğitim, erdemli toplum için, şahsiyetli bireyler yetiştirme sanatıdır.
“EĞİTİM BİR SORUN DEĞİL, BİR ÇÖZÜMDÜR”
Milli Eğitim Bakanımız Sn. Ziya Selçuk, ‘eğitim bir ülkenin şahdamarı’ olduğunu vurguladı. Türkiye’nin en büyük sorunu eğitim sorunu. Eğitim sorununu çözmek adına nereden ve ne şekilde başlamak gerekiyor?
Sayın Bakanımız Ziya Selçuk, eğitimci olması hesabiyle eğitim camiasında ki alanlara oldukça hâkim. Selamlarımızda bu vesileyle kendilerine iletmiş olalım. Evet, eğitim bir ülkenin şahdamarıdır. Ama Sayın Bakanımızın söylediği şöyle bir cümle de var: “Eğitim bu ülkenin sorunu değil, eğitim bu ülkede sorunların çözümüdür.” Belki vurgulamak istediğiniz şey aynı olsa bile, arada ki fark şu; birinde olumlu mesaj vererek çözüme odaklanmak, diğerinde bir sorun olarak görmek var. Sorun olarak gördüğünüz zaman bir tepkisellik ortaya çıkıyor. Ama eğitimi her sorunun çözümü gözüyle bakarak, olaya sahiplenirsek, sorunu halletmiş olacağız. Bunun haricinde eğitimde öğrenci var, öğretmen var, ders var, müfredat var, okul binaları var. Anne babaları da kapsayan her çocuğun bire bir temas kurduğu yetişkinler var. Aslında bu paydaşların hepsi söz konusu. Dolaysıyla soruna nereden yaklaşmalı mantığının ötesinde, biz bunun çözümünde bu paydaşları nasıl bir araya getirebiliriz bunun konuşulması gerektiğini düşünüyorum. Tabii bütün bunları da oturturken, bir temele dayandırmanız lazım. Biz, ülkemizde belki yıllarca şunun kaosunu yaşadık. Bizim eğitimde yapmak istediğimiz çalışmalar, sadece evrensel olup, yerli değerlerimizi, milli ve manevi değerlerimizi kapsamadığı takdirde öz ve manadan uzaklaştığı için bizim kimliğimize oturmuyor. Yapmacık kalıyor. Sadece yerli misyonla bir eğitim modellemesi yaptığınız takdirde de bu da yozlaşmaya gider, nihayetinde evrensel bir toplum içerisindesiniz. Yani yerli ve milli kimliğinizin evrensel değerlerle donatıldığı bir evrilme süreci yapmak lazım ki, Sayın Bakanımızda özelikle bu konu hakkında hassasiyetle duruyor. Yani biz kendi kimliğimize bunu boyaya bilmeliyiz. Evrensel değerleri içselleştirirken bunu kendi kimliğimizle boyamalıyız. Ancak bu şekilde üzerimize oturabilir. Bizim bunu başarabilmemiz lazım. Yıllarca bir çok tartışmayı gündeme getirdik. İşte öyle mi olmalı? böyle mi olmalı? Doğu kültürü mü? Batı kültürü mü? İslam kültüründe ki eğitim mi? şuan ki eğitim modellemesi mi? kısır döngü içerisinde bir tartışma, bir ayrım süreci çizmeye çalıştık.
İLKOKULDA ÇOCUKLARIN KALBİNE, LİSEDE ÖĞRENCİLERİN ZİHNİNE ULAŞMAK GEREKİYOR
Yani ayrıştırma noktasını yanlış buluyorsunuz?
Ben diyorum ki neden böyle bir ayrım çiziyoruz. Bence bu ayrım noktasını bırakıp, temele insanı koymak gerekir. Eğer, insanı inşa etme sanatıysa eğitim, insanı düşünmeye yönetecek, değer unsurlarıyla inşa etmeliyiz. Değer derken insanların aklına sadece dinsel algı geliyor. Hayır, değer dediğiniz şey sadece dinsel algı değildir. Milli manevi değerler vardır. İnançlarımızdan getirdiğimiz değerlerimiz vardır. Evrensel değerler vardır. Eskiden medreselerimizde çok ciddi çalışmalar vardı. Bakın İbn Sina ve Farabi, aslında bunlar özünde felsefecidirler. Ama nihayetinde astronomi ve tıpla da uğraşmışlardır. Biz medrese eğitimleri içersinde özelliklede bu içtihat kapılarının kapanması sürecinden sonra düşünmeyi, tartışmayı, sorup sorgulamayı kaldırdığımız için, ezberci ve tekrarcı bir zihniyet ortaya çıktı. Sonra geldik bu kez de teknik bilgiye; yani fen ve matematik bilgisini ön plana çıkartarak, değerler algısını inşa etmeyi unuttuk. İşte bunu inşa etmediğinizde üzerine koyduğunuz fen, matematik gibi teknik bilgi, Nazi kampında gaz odasını inşa eden mühendisleri ortaya çıkartır. 21. yüzyılda yapay zekayı konuştuğumuz bir yerde, yazılım mühendislerinin belki de mühendislerin ön plana çıkacak süreçte siz insani değerlerini merkeze koymamış bir insana teknik olarak donattığınız zaman zalimliği de üst düzeyde olacak. Bizim bütün meselemiz o değerlerle yani temele önce bu insani değerleri oturtturmaktır. Dolaysıyla ilkokulda daha çok çocukların kalbine, lisede de öğrencilerin zihnine yönelik çalışmalar ve üniversitede o alanın ihtisaslaşma süreci yaşanması lazım. Biz sanatı, tarihi, edebiyatı, felsefeyi, din ve kültürü temele oturtup, bunun üzerine ilmi mesleki gelişimi koyarsak, daha iyi yaşanabilir bir dünyanın göstergesini ortaya koyacağız. Ama biz bu temeli koymadan direk üzerine teknik bilgiyi ya da mesleki bilgiyi koyduğumuz zaman, işte bu şikâyetçi olduğunuz bireyleri, kendi çocuğu kadar öğrencisini sevmeyen öğretmen, kendi akrabası kadar hastasını sevmeyen doktor, yâda inşa ettiği binada binlerce insanın yaşayacağını göz önünde bulundurmadan çimentosundan, demirinden, çalan mühendis, adalet duygusu oturmamış hukukçu inşa etmiş oluruz.
BEN ÇOCUKLARA GÜVENİYORUM
Hocam, bunun olmaması için ne yapmalıyız?
Bunun olmaması için ilkokullarda önce çocuklarımızın kalbine hitap etmeliyiz. Liseye geldiğinde de, doğu ve batı da, felsefe ve bilim adına hangi birikimler varsa bu birikimlerin hepsini çocuklarla tartışabilmeliyiz. Onlara bu bilgileri sunabilmeliyiz. Ben çocuklara güveniyorum. Onlar sunduğumuz bilginin içerisinde elbette doğru olanı bulup süzeceklerdir. Yeter ki bu rehberliği biz onlara yapabilelim diye düşünüyorum. Biz bu sorunları aşacağız. İnsan olma unsurunu gözden kaçırıyoruz. Bu çerçevede biz ne yapacağız önce insanlara bu değerleri oluşturacağız. Ve ders tanımını yapacağız.
DERS EŞİTTİR HAYAT
Ders tanıtımından kastınız nedir hocam?
Ders tanımını yaparken insanlara midesine saltanat yaşatacağı, egosunu tatmin edeceği bir meslek edindirmek mi gayemiz? Yoksa şahsiyet olma, ideal bir birey olma, erdemli bir karaktere sahip olarak mı çocuklarımızı geliştireceğiz. Ders bize hayatta pratik kazandıracak. Ders, noktalar olmak yerine, hayatı tanımlamalı. Yani ders eşittir hayat. Bunu şöyle bir örnekle belirteyim. Şube Müdürlüğü mülakatına girmeden önce 2014 yılında bir not almıştım. Hatta geçen gün arkadaşlara da okuttum. Dedim ki, 2014’te yazdığım ifadeleri 2019 yılında değerlendirmenizi istiyorum. Milli Eğitim Müdürü olmak beni değiştirmiş mi? Hani insanlar mevkilere gelince bir değişim süreci olur, kendiniz bunu fark edemezsiniz. Nefsimizden uzak olsun, arkadaşlar değişmediğimi söyleyince mutlu oldum. Benim hayat anlayışım şu; sokakta ki kedi de nefes alıyor, çam ağacıda, peki insan olarak bizi hayatta farklı kılan ne? İşte bana göre hayat, insanın önce kendinden başlayarak etrafını güzelleştirebilmeyi seçmesidir. Dolaysıyla eğer dersi hayat olarak görürsek, işte bu temelin hepsini inşa etmiş olacağız.
BANA GÖRE OKULLARINDA BİR KİMLİĞİNİN OLMASI GEREKİYOR
Peki, bunu nasıl şekillendireceğiz?
Bunu beceriyle şekillendirmek lazım. 2023 eğitim vizyonumuz Sayın Bakanımızın özelikle üstünde durduğu tasarım, beceri, yetenek atölyelerimiz var. Bilgi ve birikimini hayatla ilişkilendirerek beceriye dönüştürebilmeliyiz. Yani siz çocuğun kalbi duygularını inşa ettiniz üzerine teknik bilgiyi koyarken sadece bilgiyi ezberlemiş değil, bunu hayatla ilişkilendirip, bulunduğu alana çözüm üretebiliyor mu mesele bu. Siz üniversiteden mezun olursunuz başarılı olmuş olursunuz. Ama muvaffak olmak, aldığınız eğitimin sahaya yansımasıdır, topluma yansımasıdır. Etrafınızda ki diğer insanlara sağladığınız faydadır. Ama hepsinden önce kendinizden başlamalısınız, bir insanın kendisine faydası yoksa etrafına ışık saçmasını bekleyemeyiz. Eğitimde çözüm üreteceğimiz ana noktalar bunlar. Hani medreselerin kapısında da yazar: “hiçbir balık uçmaya, hiçbir kuş yüzmeye zorlanamaz.” İnsanın ilgi ve kabiliyeti var, karakteri var. Bu karakterine göre şekillendirmek gerekiyor. Bu tespitler doğrultusunda bir eğitim çalışması çocuğun okula severek gelmesini sağlayacaktır. Ne zaman ki biz ülkemizde çocukların teneffüse çıkış hızıyla, derse giriş hızı arasındaki farkı kapatırız işte bizim okullarımız o zaman gerçek eğitim yuvalarına döner. Hani Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, “şehirlerin bir kimliği var” der ya, bana göre okullarında bir kimliğinin olması gerekiyor. Çocuklar, okulda bir kimlik görebilirse severek gelir. Severek geldiği yerde de her verdiğiniz bilgi değere dönüşecektir. Eğitimle ilgili grupları sayarken okul binalarını saymamda ki en büyük faktörde bu. Sizinle telefonla konuşurken de buna temas etmiştik. Zaten sizin konuyla ilgili yazdığınız bir makale üzerine diyalog kurmuştuk. Eğitimde sokakta ki esnaf Ali amcanın da bir sorumluluğu var. Örneğin Sakarya’da spor bir değer. Peki, benim öğrencilerim Sakarya’da yaşıyor ve bu değerinde içerisinde. Peki, bu değerlere sahip olan çocuklarıma ulaşmam gerekir mi? Ulaşmam gerekir. Çocukla göz teması kuran her bireye ulaşmalıyız. O yüzden Sakarya Spor gibi bir değerleri varken, eğer onların değer verdiği konulara sizin hassasiyetiniz olmazsa, söylediğiniz sözün bir hükmü olmaz. Yani sözünüz hal diliyle o mesajı desteklemeli. Sakaryaspor’un maçlarına bundan dolayı gidiyorum. Çünkü biliyorum ki orda ki Tatangalar’ın her biri benim öğrencimin ya babası, ya annesi, yâda bizzat öğrencim. Ben onlara şu mesajı veriyorum; sizden birisiyim çocuklarımız için buradayız. Toplumsal olarak böyle bir sorumluluğumuzun olduğunu düşünüyorum.
İNSANLAR YAŞAMADIKLARI DUYGUYU YAŞATAMAZLAR
Sakarya ilinde eğitime yönelik projeleriniz nelerdir? Siz göreve başladıktan sonra Sakarya’da eğitime dair neler değişti?
Eğitimde yol yürümek istiyorsanız, bütün mesele sınıfın kapısından içeri giren öğretmenin sahip olduğu ruh haliyle alakalıdır. O yüzden öğretmenlerimizin bu işe motivasyonunu ve aidiyetini üst düzeye çıkartabilirsek zaten biz Sakarya’da yapmak istediğimiz birçok şeyi başarabiliriz. Yani ben şunu yapmak istiyorum, bunu yapmak istiyorum, siz ne kadar çırpınırsanız çırpının, ekip arkadaşlarınızın olaya sahip çıktığı kadardır sahada ki etkisi. Sakarya’da değişim konusunda haftada bir gün öğrencime, bir gün öğretmenlerime ev ziyareti yaptım. Geldiğim günden buyana mesai arkadaşlarıma hep şunu söyledim; bana benim arkamdan yürüyecek değil, benimle yan yana yürüyecek farklı izlere sahip birçok çocuğumuza ulaşabilecek, farklı izler bırakan öğretmenler lazım. O yüzden yan yana yürüye bilmeliyiz. Bununda mesajını vermeniz içinde onlarla hasbihal etmeniz lazım. İnsanlar yaşamadıkları duyguyu yaşatamazlar. Öğretmenlerimin evlerine gidiyorum, cenazelerine, düğünlerine, doğum günlerine eşlik etmeye elimden geldiği kadar gayret ediyorum. Katılamazsam mesaj gönderiyorum. Aynı duyguyu onların öğrencilerine yaşatmalarını arzu ediyorum. Onlar nasıl ki, İl Müdürü olarak onlara gittiğimde belli duyguları yaşıyorlarsa, öğrencilerde öğretmenleri evlerine geldiğinde aynı duyguları yaşıyorlar. Yaşadığı duyguyu ancak yaşatabilir insan. Öğrenciye ev ziyareti yapın diye bir kez olsun bir resmi yazı çıkarmadım. Bizzat kendim sahaya indim, hal diliyle örnek olmaya çalıştım. Şuanda ilimizde birçok öğretmenimiz öğrenciye ev ziyaretlerine başladılar. Gerçektende arkadaşlarımız bunu başarabildiler. Sakarya adına söyleyeceğim en büyük hususlardan birisi bu. Öğretmenlerimizin en çok serzenişte bulundukları hususlardan bir tanesi sürekli hizmet içi eğitim almaktı. Çünkü bu eğitimi re’sen alıyoruz. Aslında almak istediği bir eğitimse bile re’sen aldığı için bir tepkisellik oluşuyor. Bunu çocuğunuzda da yaşarısınız. Hava soğuktur çocuğunuz dışarı çıkacaktır tam elini montuna atmış giyecek ki siz o arada oğlum montunu giy dersiniz çocuk vaz geçer. Hâlbuki montunu giyecekti. İnsanın fıtratından gelen bir refleks var. Geçtiğimiz yıl eğitim akademisi adı altında hem yöneticilerimize, bunu önce kendi şahsımdan başlayarak, hem öğretmenlerimize, hem öğrencilerimize, hem velilerimize, eğitimler yapmaya başladık. Ama hiç biri re’sen değil. Modül üzerinden eğitimin tarihini saatini google kromdan oluşturduğumuz bir form üzerinden Milli Eğitim Müdürlüğü’nün sayfasından bir link veriyoruz. Öğretmenlerimiz kendileri başvuruyorlar. Kota koyduk 120 kişi. Ben meslek hayatım boyunca, ilk defa şununla karşılaştım. Genelde hizmet içi eğitime öğretmenlerimizi aldığımızda, birilerini aratırlar ki bu eğitime katılmamak için. İlk defa bu olaydan sonra kota doldu. Arkadaşımızda katılmak istiyor, alabilir misiniz diye geri dönüşümler aldık.
SAKARYA’DA NEFES ALAN HERKESLE BİR ÇALIŞTAY YAPTIK
Neden böyle oldu hocam?
Çünkü insanları zorlamadık. Sadece ihtiyaçları olan alanları tespit ettik. Ve o branşta olan arkadaşlar kendileri katılmak istedi. Bugün arkadaşlarla değerlendirme yaparken şunu söylediler; sahada öğretmenlerimizin bize verdiği geri bildirim şu; ilk defa tepeden emir gelerek iş yapmadık. Aslında Çalıştay’lar düzenledik. Buna onları ortak ettim. Ortalama bir akılla değil, ortak bir akılla Sakarya’da nefes alan herkesle bir Çalıştay yaptık. Yani burada alınan karar Fazilet Durmuş’un kararı değil. Çünkü Fazilet Durmuş bugün burada, yarın buradan gidecek. Ama Sakarya İl Milli Eğitim Müdürlüğü burada, Sakarya’da yaşayan Ali amca burada, Sakaryaspor’un Tatangası, Ayşe ile Ahmet burada, Sakarya’da nefes alan bütün STK’sı, basını, bürokratı birçok insan burada. Dolaysıyla olaya bunları da dâhil ettik. Belki bunun yansıması oldu. Kararları da ortak almaya çalıştık. Velilere burada eğitim yapıldı. Benim hassetsen çok önemsediğim zaman zamanda bazılarının sitemine maruz kaldığım işte bayanın kahvehanede ne işi var dedikleri kahveli sohbetli bir çalışmamız oldu.
AİLELERE FARKINDA OLMADAN BİR YANSIMA YAPTIK
Kahveli sohbetlerden kastınız nedir hocam?
Bu vesileyle rehber öğretmenlerime de teşekkür ediyorum. Gerçekten çok büyük bir özveride bulundular. Aile içi iletişim, teknoloji bağımlılığı, madde bağımlılığı ve sınav kaygısı. Okullarda ki rehber öğretmenlerimiz öğrenciler kendilerine geldiklerinde, serzenişte bulundukları konuların bu çerçevede yoğunlaşan bir süreci var. Bunun üzerine ne yapabilir diye dertlendik. Ve arkadaşlarımız bir oyun hazırladılar. Yani öğrencilerin kendi aile profillerinden hareketle yola çıkarak bir oyun hazırladılar. İşte kahveli sohbetlerin sebebi bu. Mahalle muhtarımızı aradık. Dedik ki; Sayın muhtarım biz falan akşam sizin kahvehanenizdeyiz. Öğretmenlerimizle beraber geleceğiz. Önce bununla ilgili bir öğretmenimiz 15 dakikalık farkındalık sunumu yapıyor. Ondan sonra oyun sergileniyor. Oyundan sonra velilerimizi konuşturuyoruz. İşte bu oyunda annenin davranışında ne yanlıştı, sizce nasıl davranmalıydı. Baba, anne üç tanede çocuk var. Aslında aileye farkında olmadan bir yansıma yaptırıyoruz. Hiç biri kendisinde olduğunu kabul etmese dahi kendi iç dünyasında onun değerlendirmesini yapıyor.
MADDE VE TEKNOLOJİ BAĞIMLILIĞINDA Kİ ASIL PROBLEM, KAYBETMEYE BAŞLADIĞIMIZ AİLE İÇİ İLETİŞİMDİR
Hocam, kahvehane sohbetleri hakkında neden eleştiri aldınız?
Bunu şöyle eleştirdiler. Bunu o kahvehanede yapmak zorunda değildiniz, okulda da yapabilirdiniz. Evet, okulda da yapabilirdik. Ama okulda yaptığımızda kişileri siz davet edeceksiniz. Kahvehaneye gittiğinizde, kahvehane mahallenindir. Onlara aslında çok ciddi bir mesaj veriyorsunuz. Çocuklarımız bizim için o kadar kıymetli ki, biz sizin ayağınıza geldik. Annelerimiz daha çok okulda, babalarımıza ulaşamıyoruz. İş yaşamından kaynaklı onlara ulaşabilmeyi kahvehanelerde düşündük. Ve bugün madde bağımlılığı ve teknoloji bağımlılığında ki asıl problem, kaybetmeye başladığımız aile içi iletişimdir. Eğer ki bir insan her gün düzenli olarak kahvehaneye gidiyorsa aile içerisinde iletişiminin çok iyi olduğunu söyleyebilir miyiz? Söyleyemeyiz. O zaman kişiyi rencide etmeden bizzat sorunun olduğu yere giderek verdiğimiz çok ciddi bir mesaj var. Eğitimin her yerde olmasından kastımız budur. Bu dokuz rehber öğretmenimiz bir yıl boyunca özverili çalıştılar. Ve bu yılda inşallah devam edeceğiz tamamen gönüllük esasıyla hiçbir ücret talep etmeksizin akşam 19:00’da başladık saat 22:00’ye kadar. Örneğin bir hoca hanımın bir yaşında çocuğu vardı. Eşi ile birlikte geldi eşi çocuğa baktı hoca hanım oyununu sergiledi. Haftanın bir günü öğrencisi, bir günü öğretmeni bir günü kahvehanesi ile toplumu paydaş etmeye gayret ettim. Dikkat ederseniz öğrencim demiyorum hep çocuklarımız diyorum. Çünkü çocuk herkesin bu noktada bu çerçevede bir değişim sürecimiz oldu. İnşallah dijital değişimle ilgili, yapay zekâyla ilgili çok ciddi çalışmalarımız var. Bu ayrıntılara çok vakit alamamak için girmeyeceğim. İlimizde mesela yatırımlarla ilgili beş yıllık yatırım planlamasını yaptık. Yani benim şuraya şunu istiyorum değil de, ilin bütün ölçeği içerisinde, mahalle mahalle, ilçe ilçe, hangi ilçeye yatırımız gerekiyorsa oraya yatırım yapmak. Yani şahısların istekleri değil, gerçekliği olan yerlere yatırım planlaması çıkardık. Bu konuda dersimize ekibimizle birlikte iyi çalıştığımızı düşünüyorum.
BİZ BAŞARIYI HAYATIN TAMAMINDA BÜTÜNSEL DEĞERLENDİRİYORUZ
Annelere yönelik bir çalışmanız var mı?
Özel eğitime gereksinim duyan çocukların annelerine yönelik bir çalışmamız var. O da önümüzdeki yıl hayata geçilecek bir proje. Bu annelerimizin en büyük sıkıntısı kendilerine vakit ayıramıyorlar. Çünkü devamlı ilgilenmeleri gereken çocukları var. Bir okulumuzun üst katında bir gece ve dört gece yatılı bir annenin çocuğuyla birlikte kalabileceği bir ortam oluşturduk. Bu arada çocuklarımız rehber öğretmenlerimiz eşliğinde gözetim altında olacak. Anneye bu tür çocuklara nasıl yaklaşılması gerektiğiyle alakalı bir bilgilendirme olacak. Birçok eğitim alanları var. Öğleden sonrada; sanatta, sporda, kültürel anlamda onlara faaliyetler oluşturarak kendilerine ait zaman oluşturmaya çalışacağız. Tabii şuanda alanımız dar. Belki çok sınırlı bir sayıda başlayacağız. Ümid ediyoruz ki, çok daha geniş imkânlarla daha çok kişiye ulaşmayı sağlarız. Başka sürprizlerimizde olacak. Hassaten şunu belirteyim, ilimizde genel çerçeve itibariyle başarı dediğimizde akla gelen şey sadece akademi değil, biz başarı dediğimiz zaman içinde insani değerleri de var, akademik başarısı da var, sosyal sorumlulukları da var, sanatsal çalışmaları da var, bütünsel değerlendiriyoruz. Zaten siz bire bir etki eden unsurları önlemeye yönelik tedbirler aldığınızda akademik başarı kendiliğinden gelecektir. Ülkemizde yaptığımız ana yanlışlık şu sonuç olan kısmı en çok öneme atfedip, asıl alt unsurları es geçiyoruz. Bugün ben 43 yaşındayım, 22 yıl sonra 65 yaşında olacağım ve emekli olacağım. Ben bu ilde ekip arkadaşlarımla beraber projeler ve çalışmalar planlarken emekli olduğumuzda nasıl bir Türkiye ve dünyada insan bırakmak istiyorsak onu yetiştirmeye çalışıyoruz. Çünkü bayrağı biz onlara devredeceğiz. İyisiyle kötüsüyle her çocuk temiz fıtrat üzerine dünyaya gelir. Her ne yapıyorsa azar azar biz yetişkinler yapıyoruz. Anne, babası, eğitimcisi, mahallede ki herkese varana kadar…
ÖĞRETMENLİK MESLEĞİNİN KUTSİYETİNİN YÜCELTİLMESİ LAZIM
Üniversiteleri nasıl değerlendiriyorsunuz. Ülkemizde birçok Üniversite var. Yalnız bunlardan mezun olan birçok şahsiyet, iş bulmakta sorun yaşıyor. Haliyle de mezun olduğu bölümün dışında iş yapmak zorunda kalıyor. Gençler bu durumdan tedirgin ve rahatsız. Bu sorun nasıl aşılabilir?
Yaşam boyu öğrenme mantığını insanlara öğretmeliyiz. Üniversiteden mezun olduktan sonrada okumaya devam etmeli insan. Biz burada şu hatayı yapıyoruz. Herkesi üniversite mezunu yapmaya çalışıyoruz. Biz üniversite mezunu yetiştirirken fabrikaya yönetici mi yetiştiriyoruz, işçi mi yetiştirmeye çalışıyoruz, topluma değer katacak birey mi yetiştirmeye çalışıyoruz? Eğitimin asıl unsuru, erdemli bir toplumu inşa edebilmek adına, erdemli şahsiyetler yetiştirmektir. O zaman herkesi üniversite diplomasıyla mı buluşturmak lazım? Bana göre üçte ikisini mesleki eğitime yönlendirmek gerekiyor. Örnek vermek gerekirse; 96 yılında ben Eğitim Fakültesini kimya öğretmenliğini ikincilikle bitirdim. Ama sınıf öğretmeni olarak atandım. 96 yılında bizim zamanımızda ziraat mühendislerinin, veterinerlerin öğretmen olarak atandığı bir süreçti. İvedi olarak onunda değiştirilmesi gerektiğini düşünüyorum. öğretmenlik herkesin yapacağı bir meslek değildir. Nasıl ki resim sanatını, müzik sanatını, her hangi birisi ortaya koyamıyorsa öğretmenlik mesleği de her üniversitede diploması olanın ortaya koyabileceği bir meslek değildir. Hekim eğitim öğretim almış birisi olabilir. Ama tıp alanında iyidir. Eğitimde değil. Öğretmenlik mesleğinin kutsiyetinin yüceltilmesi lazım. Yani formasyon alan herkesin öğretmen olması mantığı çok doğru değil. Fen Edebiyat Fakültelerinin kuruluş amacı neydi? Bilim ürete bilmekti. Ama ülkemizde maalesef Fen Edebiyat Fakülteleri bilim üretebilme mantığı ile okunmuyor. Fen Edebiyat Fakültesini bitirip, formasyon alana öğretmen olabilme yolu açıldı. İvedi olarak ülke ve dünya ölçeği çerçevesinde iş istihdamında ne kadar ve hangi alanda ihtiyacımız varsa, bu alanlarda üniversitelerin nitelikli olarak oluşturulması gerektiğini düşünüyorum. Bunun için çocuğun ilkokulda kalbine lisede zihnine dedik ya işte burada ilkokulda çocuğun ilgi ve yeteneklerini gözlemlemeye başlarsınız. Çünkü henüz keşfetme yolculuğu devam ediyordur çocuğun. Ortaokulda baskın olan tarafı üzerinde durmak gerekiyor. Rabbim herkese farklı yetenekler vermiştir. Bizim görevimiz bu yetenekleri keşfetmektir. Ancak bu şekilde sorunu çözebiliriz. Biz üniversiteyi niçin okuyoruz? Diploma almak için mi? mide saltanatı için mi? bugün mesleklere verilen değer aldıkları maaş üzerinden. Mide saltanatından kastımda bu. Ben hangi alanda insanlığa faydalı olabilirim. Mesela bazı öğrenciler felsefe alanında ilerlemek istiyor, ama felsefeci olursam aç kalırım diye düşünüyor. Halbuki şu noktayı kaçırıyorlar. Mehmet Akif Ersoy’u size söylediğim zaman ilk akla gelen şey ne? “İstiklal Marşı” Peki, Mehmet Akif Ersoy’un asıl mesleği neydi? Veterinerdi. Ama şiir ve Kur’an alanında da mahareti vardı. Biz çocukları sadece para kazandıracak meslek edinmeye yönlendirirsek, işsizler ordusunun sayısını artırırız. Ama bunu hayatın kendisiyle ilişkilendirmek için, Mehmet Akif Ersoy’u, Mehmet Akif Ersoy yapan İstiklal Marşına koyduğu ruhsa, kaleme aldığı sanatsa, bizim bunu ortaya çıkartabilmemiz lazım. Çocukların alanlarına ineceğiz. İlgi ve yetenek ile ilgili bir eğitim modellemesi yapıldığında bu sorun çözülür. Bu sürecin uzun bir maraton olduğunun altını da çizmek gerekiyor. Bu konuda İlimizde 39 bin öğrencinin ana sıfını, birinci sınıf ve dördüncü sınıfa giden bütün öğrencilerin ilgi ve yetenek haritasını çıkardık. Her bir öğrencimizin haritası var.
ÇOCUĞA SİZ KİTAP OKUYUN DEYİP, TELEFONUNUZLA MEŞGULSENİZ BU OLMAZ
Türkiye’de kitap okumada hayli geride olduğu söylenmektedir. Kitap okumayla ilgili neler söylemek istersiniz?
Toplumda olan ama benim yanlış bulduğum bir cümleyi hatırlatayım; “boş zamanlarınızda ne yapıyorsunuz, kitap okuyorum” ben bu sözü yanlış buluyorum. Kitap okumak boş zaman işi değil, bizzat vakit ayrılması gereken bir süreçtir. Yani yemek, içmek gibi. Ve insanları okumaya sevk etmek mi, yazmaya sevk etmek mi, bence okumayla sınırlandırmayıp yazmaya yönlendirecek çalışmalarda yapmalıyız. Çünkü kişinin bir sayfa yazabilmesi için belki bir kitap okuması gerekecek. Yani yazabilmek için zaten okumak zorunda kalacaktır. Çocuğa siz kitap okuyun deyip, telefonunuzla meşgulseniz bu olmaz. Hatta zaman zaman kitabı aile içerisinde değerlendirelim. Kitap okuma yarışmalarının çocuklarda kitap okuma alışkanlığını kazandırdığını düşünmüyorum. Çünkü bu çalışma sonunda okuma yarışmasından birinci olan çocuğa sordum, beş aydır kaç tane kitap okudun? Aldığım cevap, hiç. Bu sözle değil hal diliyle olur. Geçen gün arkadaşlara okul öncesi çocuklara bir kitap okuma programı yapalım dedim. Nasıl dediler. Nitelikli kitapları ailelere aldıralım, anne babalar bu kitapları okusun. Örneğin çocuğumuzun ismi ne Ayşe, ona küçük bir kitaplık yapalım üstüne de Ayşe yazdıralım. Çocuğun evinde kendine ait bir kitap köşesi olsun. Alsın kitabını bu akşam bana bunu okuyun desin. Kendi değerlerimize ait kitaplar olması lazım. Yalan söyleyen Pinokyo’nun burnunu uzamasındansa, doğru söyleyen bir insanın nasıl saygınlık gördüğü hikâyesi tercih edilmelidir. Bunları okunacak kitabın seçilmesi konusunda söylüyorum. Bunu bir alışkanlığa dönüştüreceksek, zoraki not korkusuyla, sınav korkusuyla, ya da test yapılarak kazandırılmaz. Bu ancak grup halinde, kitap birlikte okunup, birlikte değerlendirildiğinde faydalı olur. Biz şuanda Mili Eğitim Müdürlüğümüzde de ekip arkadaşlarımızla her ay bir kitap belirliyoruz aynı kitabı okuyup bir ay sonra bunun kritiğini yapıyoruz. Şuanda Sayın Bakanımız Ziya Selçuk ve Dr. Enver Yılmaz’ın birlikte yazdığı “Ebeveyn Benim” kitabını okuyoruz. Geçtiğimiz eğitim öğretim yılında biz; şiir, deneme, öykü, portre, tiyatro, güzel sanatlar ve fotoğrafçılık dalında atölyeler açıktık. Ve işin sonunda “Velhasıl” isimli bir kitabımız çıktı. Çocuklarımız inanılmaz güzel eserler ortaya koydular. Bunun için çok ciddi emek harcadık. Gayret gösterdik. Ve neticede meyvesini de alıyoruz. Bu çalışmalarımızı üstüne koyarak devam ettireceğiz.
AYRIŞTIRICI DEĞİL, BİRLEŞTİRİCİ OLDUĞUMUZDA BİRÇOK ŞEYİ BAŞARABİLİRİZ.
Son olarak konumuzla ilgili neler söylemek istersiniz?
Öyle güzel bir mesleğimiz var ki, hem dünyamızı hem ahretimizi kazanabileceğimiz bir alanımız var. Bütün eğitim camiasında ki meslektaşlarıma şunu söylemek isterim. Öğretmenlik mesleğini yapmak değil, olmak yolunda, öğrenme yolculuğunda olmak olarak değerlendirelim. Bu yolculuk esnasında etrafımıza da ışık saçabiliyorsak, çocukların yüreklerine dokunabiliyorsak, bir insanın yüreğine inmediğiniz zaman zihninde yer edine bilme imkânınız yoktur. Ve eğer biz eğitim camiası olarak, çocuklarımızın yüreklerine inip, zihinlerinde verilmesi gerekenleri vermezsek illegal yapılar veya insanlar o çocukların yüreklerine hükmederler. Kazanmak yerine kaybettiğimiz bir neslimiz olur. Öğretmenlik mesleğini düşünenler varsa yeri geldiğinde kendinden vaz geçebilmelidir. Mustafa Kemal Atatürk’ün çok güzel bir sözü var: “Eğitimde feda edilecek tek bir fert yoktur ve bu vatan çocuklarımız için cennet yapılmaya layıktır.” Biz bu düsturla çalışabildiğimizde, ayrıştırıcı değil, birleştirici olduğumuzda birçok şeyi başarabiliriz.
Hocam, bize zaman ayırdığınız için size çok teşekkür ediyorum.
Bende sizlere teşekkür ediyorum.
Fazilet Durmuş kimdir?
1976 yılında Ordu´da doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimini Ordu´da tamamladıktan sonra Karadeniz Teknik Üniversitesi Fatih Eğitim Fakültesi Kimya Öğretmenliği Bölümü´nden Fakülte ikincisi olarak mezun oldu.
2012 yılında Okan Üniversitesi İşletme Fakültesinde Eğitim Yönetimi ve Uzmanlığı alanında Yüksek Lisans yaptı ve bölüm birincisi olarak mezun oldu.
1996 yılında Gümüşhane’nin Torul ilçesinde göreve başladı. 2008 yılından itibaren okul yöneticiliği görevlerinde bulundu. 2013 yılında Kocaeli ili Darıca ilçesinde bir yıl görevlendirme Şube Müdürü olarak çalıştıktan sonra 2014 yılı Nisan ayında kadrolu Şube Müdürü olarak Kocaeli İl Milli Eğitim Müdürlüğünde, 19.07.2016 tarihinden itibaren Bilecik İl Milli Eğitim Müdürü olarak Bilecik İlinde görev yapan Fazilet Durmuş, 03.04.2018 tarihi itibariyle Sakarya İl Milli Eğitim Müdürü olarak görevine devam etmektedir.
Evli ve üç çocuk annesidir.
Yorum Yazın