MELİH ALTINOK 'UN KÖŞE YAZISI
Keşke Yüksek Seçim Kurulu, bindelik farklarla sonuçlanan İstanbul seçimleri için daha önce pek çok seçim bölgesinde yaptığı gibi hızlı ve kararlı olabilseydi...
Ve o günlerde, mantığını partizanlığa teslim etmemiş aklı başında herkesin önerdiği gibi, erken bir seçim yerine, tüm parti temsilcilerinin gözetiminde bir "erken sayım" yapabilseydi.
Böylece hem bu meseleyi çoktan kapatmış olurduk, vakit kaybetmezdik. Hem de YSK, seçimlerin "hızla neticelendirilme" ilkesine daha uygun bir hukuki karar almış olurdu. Demokrasimizi güçlendirirdi.
İtirazlar sonucu sandıkların sadece yüzde onunun yeniden sayıldığını ve seçimden 29 bin oy farkla birinci çıkan adayın oyunun 16 bin azaldığını düşünürsek bu kararın seçmen iradesinin tecelli etmesi için ne kadar elzem olduğu da ortada.
Ama olmadı...
Bu durumun oluşumuna dair pek çok neden öne sürebiliriz. Yalnızca, YSK üyelerinin, ana muhalefet lideri tarafından Meclis'te, tek tek adlarının okunup yuhalatılmalarını, hedef gösterilmelerini düşünürsek bile üzerlerindeki baskıyı tahayyül etmekte zorlanmayız sanırım.
***
Bildiğiniz üzere, son tahlilde bir yargı kurumu olan YSK da almadığı kararların gerekçesini açıklamıyor.
Zararı yok... Aradığımız gerekçelerin hepsi YSK'nın geçtiğimiz gün açıkladığı, seçimlerin yenilenmesine dair kararının gerekçesinde mevcut.
Çünkü YSK'nın 7/4 oy çokluğuyla alınan kararının çok tartışılan 250 sayfalık gerekçesine baktığımızda yeniden sayımı gerektiren tespitleri açıkça görüyoruz.
Yani çözüm olarak yeniden sayım yerine yeniden seçim kararı verilmiş olsa da sonuç değişmiyor...
9 milyona yakın seçmenin oy kullandığı ve 12-13 bin oy farkıyla biten 31 Mart İstanbul seçimlerinde sonucu değiştirecek usulsüzlükler yapıldığı tescillenmişoldu.
***
Kuşkusuz, kamuoyunun bu son demokrasi sınavımız ve 1950'den beri işleyen seçim mekanizmamız üzerine tartışması çok değerli. Çünkü nihai olan Yüksek yargı kararlarına hepimiz uymakla yükümlü olsak da, onları doğru bulmamak, eleştirmek hakkımızdır.
Ancak bu tartışmaları yaparken, asıl meseleyi atlamanın partizanlıktan ya dayandaşlıktan daha fazlasına işaret ettiğini de göz ardı edemeyiz.
Örneğin Ekrem İmamoğlu bile bir tv röportajında sandıktaki usulsüzlüğü "Bilgisayar başındakilerin hatası" diye kabul etmek zorunda kaldı.
Şimdi sorumuz bellidir. YSK'nın oy çokluğuyla aldığı kararı değil de azınlıktakalan üyelerin şerhlerini meşru kabul edenler, pek çok bilgisayar başında aynı şekilde tekrarlanan bu sistematik manipülasyondan hiç mi şüphelenmiyorlar?
Tamam, tartışmalara rağmen, destekledikleri adayın aldığı sonucun kabul edilmesi için uğraşmalarını anlıyoruz.
Ancak, yargının tescillediği ve tüm Türkiye'nin, her görüşten seçmenin değerli vaktinden çalan bu usulsüzlüğün faillerini bulmaya yönelik çabaları değersizleştirme, dahası engelleme gayretlerinin izahı zor?
Bakalım, yarın bir gün yargı, faillerin adresini verdiğinde bu çabalarını nasıl izah edecekler?
Yorum Yazın