Nurettin Veren'in köşe yazısı
İslam Konferansı Örgütü 21 Ağustos 1969 tarihinde, İsrail’in işgali altında bulunan KUDÜS’teki El Aksa mescidinin yakılmasının, İslam dünyasında uyandırdığı tepki üzerine, 22-25 Eylül 1969 tarihlerinde, Rabat’ta ilk kez düzenlenen İslam Zirve Konferansı’nda, alınan bir kararla kurulmuştur.
2011 Haziran ayında Astana’da düzenlenen 38. Dışişleri Bakanları Konseyi’nde, İslam İşbirliği Teşkilatı olarak adı değiştirilmiştir. Teşkilatın sekreteryası Kudüs’ün kurtarılmasına kadar Cidde’de faaliyet gösterilmesine karar vermiştir. Ayrıca bir genel sekreter atanmıştır. 1 Ocak 2005 tarihinden bu yana, (İİT) ilk Türk Genel Sekreteri Profesör Doktor Ekmeleddin İhsanoğlu bu göreve getirilmiş ilk Türk vatandaşıdır.
İhsanoğlu’nun görev süresi; 1 Ocak 2009’dan itibaren 5 yıllığına 2. bir dönem için daha uzatılmıştır. Bu kadar uzun süre teşkilat başkanlığını yapan Türk Genel Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğlu, Başkanlığı sırasında maalesef aktif bir varlık gösterememiştir.
Mükemmel şekilde planlanmış ve her şeyi ile madde madde düşünülmüş olan bu plan, hayata geçirilememiş, İslam dünyasını hareketlendirememiş ve teşkilatın sesini yeteri kadar duyuramamıştır. İİT’nin hazırlamış olduğu konferansların içeriği her türlü irtibat, siyasi, ticari, ekonomik, işbirliği hususunda, 10 yıllık eylem planı olarak hazırlanmıştır.
Ortak irade dayanışma ve ortak İslam hareketi, ılımlılık ve İslam’ın hoşgörü anlayışı, İslam Hukuku, İslam Fıkhı Akademisi, terörizmle mücadele,İslamofobi ile mücadele, insan hakları ve yönetişim, Filistin ve işgal edilmiş Arap toprakları çatışmalarının önlenmesi ve çözümü, Barış tesisi, Ekonomik İşbirliği, İslam Kalkınma Bankası’nın desteklenmesi, doğal afetler karşısında sosyal dayanışma, Afrika’daki yoksullukla mücadele, yükseköğretim, bilim ve teknolojisi, İslam dünyasında kadın, genç ve çocuk hakları ve aile, üye ülkeler arasında kültürel değişim; Başlıkları altında detaylandırılan kapsamlı bir yol haritası hazırlanmıştır.
İşte bu kulağa çok hoş gelen, mükemmel bir şekilde başlıklar altında hazırlanan İİT, maalesef bunların çok azını hayata geçirilebilmiştir. Öte taraftan 1948’de kurulan Siyonist İsrail devleti, adım adım hissettirmeden, tıpkı FETÖ’nün yapılanması gibi bütün dünyanın gözü önünde, işgal ettiği topraklarda sinsice büyümenin yollarını bulmuştur.
İsrail’in büyümesi ise; hiçbir şekilde İslam dünyası tarafından yapılan mücadeleler ile durdurulamamıştır. ABD’nin, İngiltere’nin ve Fransa’nın desteğini alan İsrail, Mısır’a, Suudi Arabistan’a, Suriye’ye ve Irak’a karşı yaptığı mücadeleleri kazanmış, iç karışıklıklar ve ihtilaller çıkararak onları meşgul etmiş ve anlaşmaya zorlamıştır.
ABD’nin ve İngiltere’nin de desteğiyle bu ülkelerin hepsini dize getirmesini başarabilmiştir. Daha sonra ise karşısına çıkmış olan bu ülkeleri, sırasıyla İran-Irak savaşı, Suriye ve diğer ülkeleri parçala böl taktiği ile birbirlerine düşman edip, en son kendisine direnen bu ülkeleri parçalamıştır.
İsrail istihbarat Bakanı Suudi gazetesi Elaf’a verdiği demecinde, Suudi veliahtını ülkesine davet ederken, İran’a, Suriye’ye ve Lübnan’a da tehditler savurdu.İran’ın Lübnan’da silah fabrikası inşa ettiğini, gelişmiş füze tesisleri kurduğunu iddia edip, bunları vurmakla tehdit etti.
İsrail Dışişleri Bakanı; 2006’daki Lübnan saldırısı bugün yapabileceklerimizin yanında piknik gibi kalır, Lübnan’ı taş devrine geri döndüreceğiz dedi. Irak’ı ve Suriye’yi emsal göstererek nasıl perişan ettiğini ve insanları nasıl mülteci durumuna getirdiğini açıkça ilan etmiştir. Her zulmün bir sonu olduğu gibi, İsrail’in de bu yaptıklarının hesabını vermesi çok yakındır. Daha önce yaptığı zulümler, İslam İşbirliği Teşkilatı’nın kurulmasına vesile olduğu gibi, en son ahmak bunak Trump’ın yapmış olduğu bu gaddar ve acımasız hareketi de, İslam dünyasını yeniden bir araya getirecek bir tetikleme ve bir uyanışın başlangıcı olacaktır.
KUDÜS’e karşı yapmış olduğu münasebetsiz fitne dolu hareketi ile Türkiye Cumhuriyeti ve İslam dünyasına karşı, kendisi alta düşmüş ve mağlup olacak bir yola girmiştir. Ayrıca Hıristiyan dünyasını da, yani BM’yi de karşısına almıştır. Venezuela başkanı MADURA’dan, Kuzey Kore başkanı Kim Yong’a kadar düşman cephesini genişletmiştir. Bazen bir şer, bir hayrı netice verir. Şahinin serçeye musallat olması, serçenin uçmasını inkişaf ettirir. Bu zulümler ve bu baskılar, İslam dünyasını mutlaka harekete geçirecektir inşallah.
1948’de İsrail in kurulmasından itibaren nokta kadar olan İsrail, topraklarını 100 kat büyüterek, hakimiyetini artırmış, dünyaya meydan okur hale gelmiş, zalim, merhametsiz bu küçük ülkenin elinden maalesef KUDÜS kurtarılamamıştır.
Buna mani olamayan İslam dünyası, Mekke ve Medine’nin akıbetinden de çok endişe etmeli. İslam dünyasının kalbi ve ruhu durumunda olan Mekke ve Medine’nin sorumluluğunu, ABD ile işbirliği yapan Suudi Arabistan’a ve onun her dediğini yapan, açıkça darbe yaptığı ve değiştirdiği işbirlikçi şımarık ve hain veliaht SELMAN ve AİLESİNİN eline bırakılmamalıdır.
Kâbe imamı Sudeysi’nin şu sözlerini de ibretle düşünüp tekrar hatırlamakta fayda var; (EL HAMDÜLİLLAH, ABD İLE BİZ DÜNYA’YI BİRLİKTE YÖNETİYORUZ.)
Artık İslam Alemi’nin kalbi ve ruhu olan Mekke ve Medine’nin statüsünün belirlenme zamanı gelmiştir. KUDÜS’ün akıbeti ibret olmalıdır.
İslam Ülkeleri arasında ortak bir heyet tarafından korunmalı ve yönetilmelidir.
Yorum Yazın