Yusuf Kaplan'ın köşe yazısı
Modernler, Rönesans’la ve Reformasyon’la birlikte aklı kutsadılar.
Ama haklıydılar.
İSLÂM’IN AVRUPA’YI AYDINLATAN IŞIĞI...
Kilise, insan aklını, iradesini, hürriyetini ipotek altına almış, insanı Kilise makinasının kölesi yapmıştı.
O yüzden hem başka kültürleri, düşünce geleneklerini anlayabilmesi, hem de büyük medeniyet atılımı yapabilmesi mümkün değildi.
Bu nedenle Hıristiyanlık’tan altı asır sonra tarih sahnesine çıkmasına rağmen İslâm’ın ışığıyla o karanlıktan çıktılar Avrupalılar.
İslâm’ın hem ana kaynağı vahyi eksene alarak hem de Grek, Hint, Mısır ve Mezopotamya havzalarındaki bütün düşünce gelenekleriyle kurduğu yaratıcı irtibat ve alış-veriş, İslâm medeniyetinin büyük atılımını besledi. Bir yandan bu atılımdan yararlanarak bir yandan da İslâm medeniyetinin bütün Avrupa’yı karadan ve denizden kuşatması üzerine Avrupalılar bilim, düşünce ve uygarlık atılımlarının hem itici gücüne hem de kurucu kaynağına kavuşmuş oldular.
Avrupalıların bu atılımı gerçekleştirmelerini mümkün kılan akıl, irade ve özgürlük, Müslümanların armağanıydı Avrupalılara, esas itibariyle.
HÂKİM / HÜKMEDEN AKIL’IN AŞIRILIKLARI VE YIKIMLARI...
Fakat mesele bunlardan ibaret değildi. Bunlar araçtı sadece. Bunlarla felsefe, bilim, sanat, siyaset yapabilirdiniz. Ama sadece araçlarla yola çıktığınız için, araçların kölesi olmaktan kurtulmanız mümkün olmayabilirdi.
Amaçlar olmadan, araçlar insanı insanlığından uzaklaştıracak kadar azmanlaştırır, önce, ona inanılmaz bir güç verir ama daha sonra insan bu güce ve kendine tapmaya başlar. İşte o andan itibaren sapar, sapıtır, dünyayı cehenneme dönüştürecek yıkımları gerçekleştirir.
Kolonyalizm, emperyalizm, kapitalizm, liberalizm, sosyalizm şapmaları, aşırılıkları gibi.
“Akıl tutkuların kölesidir” demişti, cins adam David Hume. İlhamını Gazalî’den aldığını gizlemişti, tutkularının kölesi olmaktan kendisinin de kurtulamadığını ispat edercesine!
Akıl, üstelik de “ratio/n”, yani ölçme biçme yapan mekanik akıl, ruhsuz, mekanik bir dünya inşa etti; merhameti, kalbi yok etti; vicdansız, ruhsuz emperyalist bir dünya inşa etti: Bütün medeniyetlerin kökünü kazıyan, bütün dinleri fosilleştiren, kendi intiharının tohumlarını eken yapay, haksız, zorba bir hegemonya!
Bu dünya, iki dünya savaşıyla birlikte çöktü.
Bu dünyanın çöküşünü Nietzsche haber verdi bize. Modernliği, Nietzsche çarmıha gerdi.
POSTMODERN DÜNYANIN AYARTAN VE KÖLELEŞTİREN AKLI
Postmodern bir dünya kuruldu. Bu kez insanı ve aklını kutsamak yerine, hızı, hazzı ve ayartıyı kutsayan, algılar üzerinden işleyen, insanlığı gönüllü kölelere dönüştüren bir dünyanın temelleri atıldı.
Koronavirüs, işte bu postmodern dünyanın ipini çekti. Nietzsche’nin oynadığı rolü, bu kez Çin virüsü üstlendi.
Hızın, hazzın, ertelenmeyen arzularının, estetize edici yöntemlerle baştan çıkarıcı özellikler kazanan ayartıların, simülasyonların, kutsanan sahte gerçeklerin ve tüketimin kölesine dönüşmüştü insan.
İsyan edemezdi insan! Niçin? İdrak melekleri iptal edildiği için.
Bir dünya inşa edemezdi insan! Niçin? Hız, haz ve ayartı düzeneklerinin şekillendiricisi pornografik dromokrasi düzeni insanın iradesini elinden aldığı, insanı tüketimin kölesi yaptığı için.
Köleydi insan. Gönüllü köle, üstelik de: Postmodernlik hapishanesi.
Görüntünün gerçek olduğu, gerçeğin yerini sanal gerçeklerin aldığı, hakikat fikrinin inkâr edildiği, hakikatin sana göre, bana göre, herkese göre değişebileceğinin, yani izafileşmenin, dolayısıyla geçici olan’ın ve sahte’nin mutlaklaştırıldığı, mutlak sahte’nin hükmünü ilan ettiği bir dünya çöküyor...
AKLIYLA DÜŞÜNEN İNSANDAN KALBÎYLE DÜŞÜNEN İNSANA...
Yeni bir dünyayı, insanı önce tutkularının, sonra araçların, en sonunda da arzularının kölesi yapan kuru akıl’la kuramayacağımız anlaşılmış olmalı.
Yeni bir dünyayı akleden kalp’le kuracağız.
Kur’ân’da “akıl” kavramı yoktur; “akleden kalp” kavramı ve “akletmek” fiili vardır; insan kalbiyle akleder.
Kalbi hiçe sayan, vicdanı devre dışı bırakan, ruhu öldüren akıl, şeytânî akıl’dır.
Yeni bir dünyayı kalbi, vicdanı, ruhu harekete geçiren, bütün düşüncelere, dinlere, medeniyetlere hayat hakkı tanıyan, hepsinden beslenen, hepsini besleyebilen akleden kalp’le, rûhânî akıl’la kurabiliriz.
Dün bunu başardık. Dün ortaya koyduğumuz başarı, yani olan, olacak olan’ın garantisidir. Tek bir şartla: Hem o ruhu iyi idrak etme hem de çağa derinlemesine nüfûz ederek tanımlanan nesne’den tanımlayan özne’ye geçebilme cehdi gösterebilme şartıyla.
Sözün özü: Hükmeden akıl, insanı tanrılaştırmaya kalkıştı, azmanlaştırdı; ürettiği vicdansız, kalpsiz, hesapçı, açgözlü seküler insan tipiyle ve ruhsuz bilim ve teknoloji atılımıyla bir düğmeye basarak insanlığı ve tabiatı yok edecek biyolojik silahlar üretti; insanlığı köleleştirdi; her yeri işgal etti ve dünyayı cehenneme çevirdi.
Bizi akleden kalp, bu çıkmaz sokaktan düzlüğe çıkaracak...
Kalbi olan, vicdanı eksene alan, ruhu her şeyin merkezine yerleştiren bir vahyî, rûhânî, manevî akıl, önümüzü açacak; hâkim akıl / hükmeden akıl değil, hâdim akıl / hizmet eden akıl, insanca bir dünya inşa etmemizi sağlayacak yeniden biiznillah.
O yüzden hakikat medeniyetinin gelişini çileyle, fikir ve oluş çilesiyle adım adım inşa edecek akleden kalple donanma yolculuğuna çıkmalıyız...
Dünya bize gebe, biz hakikate...
Yorum Yazın