Ortadoğu coğrafyası, Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılması ile birlikte işgalci güçlerin sömürge alanına dönüşmüştür. Bu tarihten sonra mazlum Ortadoğu halkları için işgal ve istikrarsızlık devri başlamış, her ne kadar II. Dünya Savaşı esnasında ve sonrasında bölge ülkeleri bağımsızlıklarını kazanmış olsalar da bugüne dek ne tam bir bağımsızlık, nede tam bir huzur bulmuş değiller. Coğrafya hep kan, gözyaşı ve ölüm ile anılmaktadır. ABD son yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren İngiltere’nin Ortadoğu’daki mirasını kaldığı yerden devralarak adeta tüm coğrafyayı askeri üsler, askeri kamplar, NATO çatısı altında askeri kışlalar, BM gibi kurumlar ve uhdesinde olan kuruluşlar vasıtası ile bir nebze işgal etmiş durumdadır. Zengin ve stratejik bir konuma sahip olan Ortadoğu, dünya ticaret yollarının geçtiği bir bölge olduğu için vazgeçilmez özelliğini tarihin her döneminde hep korumuştur. Maalesef bu zenginlik hiçbir zaman bölge halkına değil Avrupa ve diğerlerine yaramıştır… İngilizlerin vekili ABD ve aveneleri Ortadoğu’yu sömürürken, dünya savaşları sonrası çökmüş olan Avrupa ise sosyoekonomik alan başta olmak üzere birçok alanda büyük bir hızla ilerlemiştir. Ortadoğu ülkeleri gerek kendi içlerindeki anlaşmazlıklar, gerek mezhepsel ve etnik ayrışmaların hemen her dönemde baş göstermesi gerekse Arap-İsrail savaşları sebebiyle sosyolojik, kültürel, ekonomik gibi birçok alanda kayıplar vermiş, kardeş kardeşe düşman olmuştur. Bu açıkları gözeten ABD ve AB ülkeleri Ortadoğu devletlerinin birçoğunu savaş meydanında karşı karşıya getirmiş, bazen de kendileri yalan beyanlarla işgal girişiminden bulunmuşlardır. Bu savaşlardan bazıları; 1948, 1967, 1973 Arap-İsrail savaşları, 1947-1991 yıllarını kapsayan Soğuk Savaş dönemi, 1990’lı yılların başında Irak’ın Kuveyt’i işgali, Irak – İran Savaşları, 11 Eylül Saldırısı sonrası ABD’nin Afganistan ve Irak işgal etmesi, akabinde “Arap Baharı”nın getirdiği kaotik ortam ve iç savaşlar bölgeyi iyice çıkmaza sokmuştur. Ortadoğu’da ki güvenlik zafiyeti ile birçok aşırıcı grubun ve terör örgütünün ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Bu kaotik ortamı fırsat bilen terör örgütleri bir anda çok sayıda silah, araç, gereç ile birlikte insan gücüne sahip oldular. Eli kanlı terör örgütleri finansal kaynakları bölgeden temin ettikleri gibi aynı zamanda ağa babaları olan küresel güçlerin de desteğini alarak büyümüşlerdir. Hal böyle olunca sözde demokrasi ve özgürlük adı ile başlayan girişimlerin günün sonunda kan ve gözyaşı sonuçlandığına tanıklık etmiş durumdayız. “Arap Baharı”nın en büyük buhran ve yıkımını kuşkusuz Suriye yaşadı… Suriye savaşının halen devam ediyor olması sadece Suriye’ye değil başta Türkiye olmak üzere tüm komşulara birçok alanda zarar vermektedir. Çıkmaz sokak haline dönüşen bu savaşın bitmesi için Suriye ile Türkiye arasında yeniden tesis edilmek istenen diplomatik ilişkilerin ivedi bir şekilde nihai bir sonuç kavuşması gerekmektedir. Türkiye tarihin her döneminde Suriye’nin egemenliğini ve toprak bütünlüğünü savunurken; ABD, İsrail ve BOP üyesi devletler Suriye’yi bölme projesini hayata geçirmek için kronometreye çoktan bastılar bile… Uzun süredir sağır sultanın dahil herkesin ağzında olan, III. Dünya Savaşı’nın eşiğindeyiz cümlesi yakın coğrafyamızda yeniden haritaların çizileceğine zemin hazırlamaktadır. 11 Eylül saldırılarının akabinde işgal ettiği Afganistan ve Irak savaşında istediğini elde edemeyen ABD, Suriye savaşında ise bir maşa olarak kullanacağı terör örgütü PKK/YPG/PYD aracılığı ile faaliyetlerine devam etmeye çalışmaktadır. Hepimiz biliyoruz ki ABD’nin Suriye’de bulunmasının yegâne amacı öncelikle enerji kaynaklarını ele geçirmek sonrasında ise bölgeyi kendi çıkarları doğrultusunda dizayn etmektir. ABD bu kirli oyunu oynarken bölgede önemli nüfus oranına sahip Kürtlerin savunucusu ve garantörü olduğunu ilan ederek kendince meşru bir zemin hazırlamış ve taraf toplamıştır. DEAŞ terör örgütü ile mücadele edeceğim bahanesiyle bölgeye yerleşen ABD bölgedeki Kürtlere desteğini sağlamış ve uluslararası platformlarda da bunu yüksek sesle dile getirmiştir. ABD Suriye’deki Kürtleri etkilemek için bağımsızlık sözünü vererek gücüne güç katmıştır. ABD’nin Kürtlere yönelik politikaları farklı dönemlerde çeşitli dinamikler tarafından şekillenmiştir. Yönetimlere göre değişen politikalarda cumhuriyetçiler ve demokratlar arasında da belirli farklılıklar göze çarpmaktadır. Birinci Dünya Savaşı’nın ardından “insan hakları”, “kendi kendini yönetme hakkı” gibi idealist söylemler üzerinden Kürtlere yaklaşan ABD başkanları, özellikle İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Soğuk Savaş dönemi şartlarına uygun olarak pragmatist politikalara yönelmiştir. Bu bağlamda da genel olarak Soğuk Savaş döneminde Kürtlerin yaşadığı ülkelerin iç işlerine müdahale edilmek istenmemiş, onları destekleyici bir politika izlenmemiştir. Dönemsel olarak ABD’nin bölgesel politikalarında, İran ve Irak gibi ülkeler ile ilişkilerine bağlı olarak Kürtlere yönelik politikalarda da değişiklikler gerçekleşmiştir.[1] ABD, son yarım asırdır Ortadoğu coğrafyasında askerî müdahale işlerine girişti. Bu müdahaleleri önce kendi askeri gücü ile yaptı ama pek verim elde edemediği için vekil güçlerle mücadeleye devam etmektedir. Onun içinde ABD çıkarlarını sağlamak için Irak'ın ve Suriye'nin kuzeyinde özerk bölgeler oluşturarak buraları terör örgütü PKK/YPG/PYD’nin kontrolüne bıraktı. Kürtlerin Ortadoğu’da devlet kurmasını arzu eden ABD ve İsrail’in en büyük hedefi böylesi bir durumda bölge devletlerinin zayıflanması ve bölünmesidir. ABD İsrail'in saplantılı teolojik inancını kullanıp Kürtleri İsrail'in askeri yaparak BOP son ayağını gerçekleştirmektir. Bu planın tutması için; ABD’nin yeni başkanı Donald Trump muhtemelen ilk işi Ukrayna'ya silah yardımını kesip Ukrayna'yı barışa zorlayacaklar. Böyle bir durumda Putin'i de ikna ederek karışma karıştırma müdahale ettirme diyecekler. Böylece Rusya istediğini alacak ve Rusya Suriye'de sağır dilsizi oynayacak. ABD bununla yetinmeyecek aynı zamanda İsrail’in; Filistin’e, Lübnan’a, Suriye’ye ve Yemen’e yaptığı saldırılara daha çok destek vererek Ortadoğu’da yeniden haritalar çizecekler. Yaşananlara karşı Türkiye’nin sert müdahalesini yumuşatmak yâda komple durdurmak için hem içerde hem de dışarda Türkiye’ye karşı büyük yaptırımları ve ihanet şebekelerini devreye sokacaklardır.
[1]https://dergipark.org.tr/tr/pub/ortetut/issue/69695/1026475 erişim:15.11.2024
Yorum Yazın