Mart 2011'de Arap ülkelerinde başlayan ‘‘ARAP BAHARI’’ en çok Suriye’yi etkilemiş ve bu etkileşim ülkeyi bitmeyen bir iç savaşa sürüklemiştir. Bugün Suriye’de bombalanmamış bir yer kalmadığı gibi; bir yakınını kaybetmemiş bir Suriyeli bulmak adeta imkânsız. Savaş öncesi 22 milyon nüfusu olan ülkede, 13 yılda 1 milyondan fazla insan hayatını kaybetti. 12 milyondan fazla Suriyeli yerinden edilmiş durumda. Yıllardır bu insanların çoğu çadırlarda, enkaza dönüşmüş binalarda her an ölümü beklercesine sağlıksız koşullarda yaşamaktalar. Bununla birlikte 7 milyondan fazla insan savaşın ilk yıllarında Suriye'yi terk etti. Bu nüfusun 3,5 milyonu Türkiye'ye, 2 milyona yakını Lübnan’a geri kalanı ise dünyanın dört bir yanına dağıldı. Sığınmacı, göçen, mülteci adı her ne olursa olsun Suriye’den giden ve Suriye’de kalan muhalifler hiçbir zaman birlik olamadılar. Oysa hepsinin ortak düşmanı sözde Esad rejimiydi ama gerçeğe bakıldığı zaman sanki tüm muhalif gruplar bir birine düşman ve hepsinin birbiri ile görecek hesapları varmışçasına hep birbirinden uzak bir o dar soğuk durdular. Sağduyulu bazı kişilerin yâda grupların organizasyonu ile muhalifler birçok kez bir araya gelerek Beşar Esad’ı devirme konusunda kararlar alsalar da Esad sonrası Suriye’yi yönetme konularında ve menfi arzulardan dolayı bir türlü anlaşamadılar. Bırakın ülkeyi yönetme konularını; rejime karşı neler yapabilir, nasıl direniş gösterebiliriz gibi temel ilkelerde bile anlaşmaya varamadıkları gibi birçok muhalif grup arasında hatta daha ileri gidersek aynı çatı altındaki muhalif grupların bile kendi aralarında savaş ganimetini paylaşamadıkları için silahlı çatışmaya girdiklerine tanıklık ettik. Hal vaziyet bu iken ülkenin bölünmesi yâda parçalanması kaçınılmaz olmaktadır. İç savaşın 14. yılına girdiği bugünlerde muhaliflerin her birinin başkaca aktörlerin yâda devletlerin güdümünde olması, birlik olamamaları gibi sebeplerden dolayı Suriye parçalanmanın tamda eşiğine gelmiş durumda. Suriye savaşın başladığı ilk yıllarında itibaren fiilen birçok parçaya bölünmüş durumda. İlk yıllarda ülkenin en büyük toprak parçası Esad yönetiminin kontrolünde bulunmuş olsa da, zamanla petrol gibi zengin yeraltı kaynaklarının olduğu bölgeler ABD’nin kontrolündeki terör örgütü PKK/YPG/ PYD’nin eline geçti. Türkiye’ye en yakın yerleşkelerden olan İdlib ve civarı HTŞ’nin denetiminde, Afrin, El Bab, Azez, Cerablus, Tel Abyad ve Resulayn gibi Türkiye sınırı boyunca olan yerler terörden arınarak kontrolü Suriye Millî Ordusu (SMO) destekli Suriye Geçici Hükümeti’nin kontrolüne bulunmaktadır. Bunların yanı sıra bugün Suriye sahasında 50’den fazla ülkenin istihbarat birimleri, sivil toplum ve yardım kuruluşları hariç birçok devlete ait 800’den fazla askeri üs, karargâh ve mevzi bulunuyor. Baştan beri gidişatın bunca yanlış olduğu Suriye’de tüm muhalif güçler kendilerince devletleşme sürecine girdi. Nasıl mı? Savaş’ın başından bugüne dek Suriye’nin hemen hemen tüm bölgelerine gittim. En çok gittiğim yerlerden bir tanesi kuşkusuz hep dünya gündeminde olan İdlib’ti. Savaşın ilk dönemlerinde İdlib’te gördüğüm manzara; Rus ve Esad uçaklarının bombardımanıyla birlikte karadan İran milislerinin saldırıları sonucu şehir kan gölüne ve enkaza dönüşmüş peri perişan bir haldeydi. Ayak bastığın her metrekarede kan, her enkazın başında çığlıklar, ağıtlar ve gözyaşı vardı. İkince kez gittiğimde onca yıkım ve saldırının gölgesinde şehir bir nebze olsa da toparlanmış en önemlisi insanlar umutluydu… (Bu umudun en büyük sebebi hiç kuşkusuz İdlib’e sıfır noktada olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve yüce milletimizdi. Olur ya rejim ve destekçileri daha çok yıkım yaparsa bize kucak açacak mazlum ve masum insanların her daim yanında olan Türkiye vardı.) Ve sonraki her gidişimde İdlib artık yaşanabilir bir merkez hale bürünmekteydi. Heyet Tahrir Eş-Şam'ın lideri Ebu Muhammed Culani silahlı güçleri ve sivil yönetimi birbirinden ayırarak yeni bir hükümet sistemi kurdu. Merkezi yönetime bağlı 16 bakanlık ile birlikte aktif rol alan yerel yönetimi devreye soktu. İdlib âdete küllerinden doğarak yeniden imar ve iskan edildi. Sosyal hayatta ihtiyaç duyulan hemen hemen her işletme yeniden açıldı. Marketinden, lokantasından, kuyumcu dükkânından, düğün salonuna kadar aklınıza gelen her şey… Bununla birlikte bombaların gölgesinde eğitim kurumlarının hemen hemen hepsi açıldı. Ve Kur'an kursları açıldı. 50 bine yakın silahlı militan şehrin dış güvenliğinde, 10 binden fazla Şurta (Polis) şehir merkezinden sorumlu olarak görev yapmaktadır. 3000 kilometrekarelik alanı kontrol eden HTŞ, son birkaç gün içinde diğer muhaliflerle birlikte Halep’i ele geçirmeleri ile etki alanını epeyce artırdı. İdlib için yaptığım örneklemenin benzeri hemen hemen diğer muhalif gruplar içinde geçerlidir. Her muhalif grup kendine göre bir DEVLET. Peki, esas olan hangisi yâda hangileri olacak? İşte bu sorunun cevabı 2025 yılının ilk aylarında verebileceğiz. Her ne kadar sahayı bilen biri olarak tahmin etmiş olsam bile ne dilim söylemeye ne de elim yazmaya varmıyor. Son Söz… İç savaşın olduğu bir ülkede kamu otoritesinden bahsetmek mümkün değildir. Böylesi bir ülkede bölünmüşlük ve çöküş kaçınılmazdır.
Dr.İmbat MUĞLU
Yorum Yazın