Ali Karahasanoğlu'nun köşe yazısı
Bir “Yaratan”a inananları.
Bir “kutsal kitab”a inananları..
Bir “peygamber”e inananları..
Öldükten sonra bir “hesap günü”nün var olduğuna inananları..
Suçluyorlar..
Gericilikle yaftalıyorlar..
“Aaa.. Yobaza bak” diyerek tahkir ediyorlar..
“Hangi çağdayız? Bu çağda hâlâ gökten indiği iddia edilen kitaplara mı inanıyorsunuz” diyorlar..
“Hâlâ bir insanın masumluğuna, günahsızlığına, onun Allah’tan vahiy alarak, insanlara hak dini tebliğ ettiğine mi inanıyorsunuz?” diyorlar.
“Bilim çağında, bunların artık devri kapandı..” diyorlar..
“Çağdaş uygarlığın insanlığı getirdiği bugünkü koşullarda, hâlâ doğa üstü güç tarafından gönderilen ilkelere mi inanıyorsunuz” diyorlar..
“Biraz esnek olun. Katı kurallara sıkı sıkıya bağlı kalmayın” diyorlar..
“Çağın değişimi ile birlikte, kuralların da değişeceğini kabul edin” diyorlar..
“Peygamberler dahil, hiç kimsenin kutsallığı yoktur” diyorlar..
“Hiçbir kuralı, doğaüstü güçle kuvvetlendirmeye kalkışmayın.. Kurallara aykırı hareket edilmemesi noktasında, günlük hayattaki uygulamalara ilahi kimlik giydirmeyin” diyorlar..
“Olayları bilimin ışığında çözmeye çalışın, ilahi kurallarla değil” diyorlar..
Sonra..
Bizler, inancımızda farz olarak kabul edilen “Yaratan’ın yolladığı kesin emirler”i.
Mesela, Cuma namazının toplu olarak kılınması mecburiyetini..
Vakit namazlarının cemaat ile kılınmasındaki 40 derece daha fazla sevabı olduğu inancımızı..
Teravih namazlarımızı cemaatle kılmamızın daha efdal olduğuna dair kabulümüzü..
Yine Yaratan’ın vahyettiği temel ilkelerdeki “amaca bağlı yorum”ları esas alarak..
Hiçbir zaman gözardı edilmemesi emredilen, “temel ilkeler”i önceleyerek..
İstisnalara bakarak..
“Can, Allah’ın bize emaneti. Bu emanete ihanet etme ihtimali var ise. Allah’ın emrettiği Cuma namazının topluca kılınması farziyeti yerine, öğle namazını evimizde kılabiliriz” diyoruz..
Bir farzın yerine..
Yine Allah’ın emri gereği, bir başka farzı ifa ile yerine getirdiğimize inanıyoruz.
Evimizde; vakit namazlarımızı mümkün ise cemaatle kılmaya çalışıyoruz. Mümkün değilse, “Bireysel olarak kılacağımız namazlarla da, üzerimizdeki borç sakıt oluyor” diyoruz..
Yaratan’ın vahiy yoluyla gönderdiği dinin buyruklarını “insan sağlığını önceleyen yorum”larla hayata geçiriyoruz..
Ama o ne?
Bizi yobazlıkla suçlayanlar..
“Ham softa insanlar” olmakla.. “Kıt kafalı insanlar” olmakla suçlayanlar..
“Geri kafalı” olduğumuzu iddia edenler.
“Cahillik”le suçlayanlar..
“Kuralları körü körüne taklit ettiğimizi, amaca bağlı yorum yapamayacak kadar dar kafalı olduğumuzu” iddia edenler..
Şimdi karşımıza, “yobaz” mı “yobaz”..
“Ham softa” mı, “ham softa” bir kimlikle çıkıyorlar..
Küçük küçük önemi olan kuralları, “dokunulamaz, değiştirilemez, hiçbir şekilde ihmal edilemez” tabular olarak bizim önümüze koyuyorlar..
Ne yapıyorlar?
“23 Nisan 1920’nin yıldönümündeki kutlamalardan, asla ve kata, hiçbir taviz veremeyiz” diyorlar..
Büyük Millet Meclisi’nin 100. açılış yıldönümünde, mutlaka ama mutlaka..
Törenler düzenlenmeli imiş.
Törenlere en üst seviyeden katılımlar mutlaka ve mutlaka gerçekleştirilmeli imiş.
CHP’nin Genel Başkanı bu iddiada..
TBMM Başkanı’nın, “Meclisin 100. açılış yıldönümü toplantısına, büyük kayıplar yaşadığımız koronavirüs salgını sebebi ile, yeni yeni bulaşmalar yaşanmaması için.. Parti genel başkanları seviyesinde katılım olmazsa, iyi olur” önerisine..
“Herhangi bir partimizin genel başkanına, bu virüsün bulaşmaması” titizliği ile yapılan bir öneriye..
Allah’ın kesin bir emri olan Cuma namazlarının kılınmadığı, kılınamadığı.. 5 haftadır Hakkari’den Edirne’ye, milyonlarca müslümanın, “Diyanet İşleri Başkanımız, Din İşleri Yüksek Kurulu’muz böyle diyorsa.. Bize itaat etmek düşer” dedikleri bir ortamda..
CHP Genel Başkanı “İlla da illa” diyor..
“Ben 100. yılda Gazi Meclis’teyim” diye ısrar ediyor..
Hani yobazlıkla suçladığı dindar insanlar var ya..
Onlar, “Diyanet ne derse desin.. Doktorlar ne derse desin.. Tıp uzmanları ne derse desin.. Biz Cuma günü, cuma vaktinde camideyiz” demediler..
Ama..
Kemal Kılıçdaroğlu..
Ne kadar önemli bir “tabu” olarak görüyormuş ki..
Ne kadar vazgeçilmez bir “doğaüstü emir” olarak görüyormuş ki..
Tıp uzmanlarının tavsiyelerine rağmen..
TBMM Başkanı’nın önerisine rağmen..
Hepsini kulak arkası edip, “Ben 100. yılda Gazi Meclis’teyim” diyor..
Aynı kafadaki Emin Çölaşan, “Vay anasını sayın seyirciler” diye giriyor söze..
“Şu mantığa bakın siz” diye devam ediyor..
“Milletvekillerini korumak için böylesine önemli bir günü, Meclis’in açılışının 100. yıldönümü oturumunu etkisiz, işlevsiz ve göstermelik duruma düşürmeye kalkışmak her babayiğitin harcı değildir” ifadeleri ile, yobazlığını, beşeri tabulara nasıl taptığını, kendi putunu kendisinin yapıp, sonra da o putu nasıl da hiçbir istisna ihtimalini dikkate almaksızın ölümüne savunmaya kalkıştığını görmüş olduk..
Öyle ki..
83 milyonluk Türkiye’de.. Halkın % 95’i Müslüman olduğu halde..
“Salgın hastalık sebebi ile, Cuma namazlarımızı camide kılamıyoruz” denilir denilmez..
“Peki” diyen, bugüne kadar “yobaz”lıkla suçlanan, “geri kafalı” olmakla suçlanan dindar insanların karşısında..
Laik olduğunu.. Çağdaş olduğunu.. Bilimin verileri ile hareket ettiğini..
Aydınlanmacı olduğunu iddia edenler ise..
İşte gördüğünüz gibi..
“Meclis’in 100. açılış yıldönümü” diye bir şey icat edip, sonra da o kutlamayı, “ölsek de ihmal edemeyiz” diye tabulaştırıyorlar..
Hani, o Meclis’in açılışında indirilen hatimleri, yapılan hadis-i şerif okumalarını, kılınan Cuma namazını hatırlatıp, “Var mısınız, aynı şekilde kutlamaya” diyeceğim de..
Bu yobazların, bu teklifi de anlama kapasiteleri olacağından emin değilim..
Bırakalım o zaman..
Kutlasınlar..
Yesinler, içsinler, virüslensinler..
Ne diyelim?
Yarasın!
Yorum Yazın