Onlara benzedikçe, kaybetmeye mahkûmsunuz!

Ahmet Davutoğlu ile Ali Babacan’ın “yeni parti kuracakları”na yönelik söylentiler ilk kez ortaya atıldığında, ikili aileleri ile birlikte Kaz Dağları’nda tatildeydi.

Malumunuz Kaz Dağları, Yunan mitolojisinin ünlü “İda Dağı”nın şimdiki adıdır.

Uyduruk Yunan mitolojisindeki birçok çirkefliğe ev sahipliği yapmasıyla maruf İda Dağı’nın en büyük özelliği ise Zeus’un, babası Kronos’u yenerek “evreni yönetmeye” başladığı yer olmasıdır.

Davutoğlu ile Babacan da bu durumdan etkilenmiş olmalı ki, tatilden döndükten kısa bir süre, ilk iş olarak bulundukları mevki ve makamları borçlu oldukları Tayyip Erdoğan’ı devirmek için birer parti kurdular.

Partileri kurdular kurmasına ama Erdoğan’ı yenecek çapta siyasetçiler olmadıklarını bildiklerinden, ha bire bocalıyorlar.  

Önce, “Ak Parti büyük bir davanın adıdır. Bu davaya ihanet ettiğimi görürseniz yüzüme tükürün...” diyen Ahmet Davutoğlu sahneye çıktı ve Ak Parti iktidarına;

“28 Şubat ve eski Türkiye artığı” diyerek hakaret etti.

“Esselamü Aleyküm derim, bütün Anadolu’yu ayağa kaldırırım” şeklinde beylik laflar eden ve siyasi kariyeri boyunca “dindar” bir profil çizen Ahmet Davutoğlu bununla yetinmeyerek, “kendimi hiçbir zaman sağcı görmedim” diyerek Solculara göz kırptı.

Davutoğlu’nun bu tutarsız çıkışlarını, altından koltuğunun alınmasına verdik diyelim…

Peki!

Muhafazakâr bir ailede büyüyen…

“Dinle hiç ilgisi olmayan bir kişi olarak başlasaydım hayata, yine İslam’ı seçerdim” diyen…

Dedesinin Çıkrıkçılar Yokuşu’ndaki işyerine giderken, alışveriş yapanlara para üstünü tek kuruşu bile kalmayacak şekilde verebilmek için her sabah bozuk para bulmayı alışkanlık haline getiren…

Ortaokuldayken, yaşıtları eğlenirken, kendisi beş vakit namazı elinden geldiğince aksatmamaya çalışan…

Lisede ise aksatmayan…

Hatta fırsat bulduğunda kaza namazları kılan…

“Allah’la ne sıklıkla görüşüyorsunuz?” sorusuna…

“Günün her ânında Allah’la beraber olduğumu düşünüyorum” şeklinde cevap veren..

Üniversitelerde başörtüsü mücadelesini başlatmış, yiğit bir halaya sahip olan...

Alkolün tadını bile merak etmeyen…

Kız kardeşlerinin bulduğu ve sadece 15 dakikada görüştükten sonra evlenme kararı verdiği eşi hariç, o zamana değin hiçbir kızla işi olmayan…

Ahlak, aile ve din gibi değerlere önem veren “muhafazakâr” bir siyasetçi olduğunu, 2011 yılında katıldığı bir oturumda; “Kendinizi muhafazakâr demokrat diye tanımlıyorsunuz, neden Müslüman demokrat demiyorsunuz?” sorusuna…

“Muhafazakârlığın evrensel bir tanımı var ve biz buna inanıyoruz” şeklinde yanıt vererek, teyit eden Ali Babacan’a ne demeli?

O Ali Babacan ki!..

AK Parti’nin “altın çocuğu” olarak girdiği siyasette, kendisine yöneltilen “Nedir AKP?” sorusuna;

“Muhafazakâr demokrat partidir. Her kesimden coğrafi bölgeden farklı eğitimden ve gelir gruplarından oy almış bir partidir” şeklinde cevap vererek, muhafazakâr bir partinin toplumun tüm katmanlarından oy alabileceğini görmüş…

Hatta!

Ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı iken büyüme rakamları için bile “muhafazakâr hedefler koymaktan” geri durmamış biriydi.

Ak Parti üyesi iken, partisinin “muhafazakâr-demokrat” kimliğinden övgüyle bahseden Ali Babacan, belli ki yalnız Ak Parti’den ayrılmakla kalmamış… 

Eskiden “evrensel bir tanımı olduğuna inandığı” muhafazakârlıkla da arayı açmış.

Öyle olmasaydı…

Deva Partisi’nin Gaziantep il kongresini takip eden Sözcü muhabiri İsmail Saymaz, kongrenin yapıldığı salonda, “mescit arayan sakallı amcalar” ile “dini içerikli slogan atanları” görmemesinden dolayı, “Muhafazakâr parti izlenimi edinmedim” deyince… 

“Öyle bir iddiamız yok çok şükür” diyerek mukabelede bulunmazdı.

Dahası, kendilerini “ne muhafazakâr, ne de sağ olarak tanımlamadıklarını” söyleme gereği duymazdı.

•

İyi de…

Müslüman bir ailede doğmuş...

Geleneklere, ahlaka, dine ve kul hakkına duyarlı birinin partisinin azıcık “muhafazakâr” gözükmesinde ne sakınca var ki?

Hem…

Karşısındaki eski ülkücü, sonradan dönme solcu İsmail Saymaz bile canlı yayında namaz kıldırabileceğinden gururla bahsederken…

“Dini bütün” olarak tanıdığımız Ali Babacan, yine İslami jargonla “çok şükür” diyerek niçin “muhafazakâr” olmadıklarını açıklama gereği duyar ki?

Acaba, Kaz Dağları’ndan birlikte yola çıktığı ve “kendimi hiçbir zaman sağcı görmedim” diyen Ahmet Davutoğlu’na mı özeniyor?

Ya da…

Deva’nın adı “muhafazakâr parti”ye çıkarsa, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun, kendilerini “Millet İttifakı”na dâhil etmeyeceğinden mi korkuyor?

Bu ikilinin tutarsızlıklarını gördükçe, aklıma merhum Aliya İzzetbegoviç’in şu sözü geliyor:

“Savaş, ölünce değil düşmana benzeyince kaybedilir.” 

Babacan’la Davutoğlu da parti kurdukça değil, eski rakiplerine benzedikçe daha çok kaybedecekler!