Ahmet KEKEÇ'in köşe yazısı
İlk duyduğumda şaka sanmıştım... Sosyal medyadan bir user, koronavirüs salgınında durum daha da vahim hale gelmeden, KHK’lı sağlık çalışanlarının göreve çağrılmasını öneriyordu.
Nasıl yani?
Bir terör örgütüne üye oldukları gerekçesiyle görevden el çektirilenler (yani FETÖ’cüler ve PKK’lılar) yeniden devlet kadrolarına mı yerleştirileceklerdi?
Sonra bunun sadece bir “user”in çağrısı değil, bir “kampanya” olduğunu öğrendim.
FETÖ’cüler (ve ilaveten PKK’lılar) yememiş içmemiş, “militanlarını” kurtaracak güya makul bir öneriyle ortaya çıkmışlardı.
Kampanya ikinci gün (sosyal medya üzerinden) daha da büyüdü.
FETÖ’cü sayılmayabilecek, daha ortada duran kişilerden de destek görmeye başladı.
Kambersiz düğün olur mu?
Bir kısım CHP’liler ve İYİ Parti’liler de katıldılar kervana:
KHK’lı sağlık çalışanları derhal “görevlerine” döndürülmelidir.
Kampanyayı destekleyen bir Allah’ın kulu şu soruyu sormadı:
Bu “sağlık çalışanları” ne yapmışlardı da KHK’lı ilan edilmişlerdi?
Hemen cevaplayalım:
İradelerini tek kişiye teslim etmişlerdi. Daha doğrusu, devlet hiyerarşisine değil, örgüt hiyerarşisine bağlanmışlardı ve devleti zaafa uğratacak her eylemin içinde yer almışlardı.
Hatırlayalım:
15 Temmuz gecesi, birçok hastanede, benzeri olaylar yaşandı.
Birçok KHK’lı doktor yaralananlara (üstelik ağır yaralılardı bunlar) bakmadı.
Birçoğu basit pansuman hizmetini bile vermedi.
Şunu söylediler: “Kim sizi sokağa döktüyse, gidin pansumanınızı ona yaptırın.”
Şimdi bu “namussuz” ve “şerefsiz” efradı, koronavirüs bahanesiyle yeniden devlet kadrolarına yerleştirilecekler; devlet, yeniden “FETÖ’cülerin çiftliği” haline gelecek, öyle mi?
Biraz yukarıda, bir kısım CHP’liler ve İYİ Parti’lilerin de FETÖ’cüleri kurtarma kervanına katıldıklarını yazmıştım.
Küçük bir düzeltme yapalım.
Bunlar, genellikle “cılız” desteklerdi ve asla kurumsal bir tavra dönüşmedi.
FETÖ’yü sevindiren ve umutlara gark eden asıl destek Gelecek Partisi’nden geldi.
Bu partinin genel başkanı olacak zat çıktı, KHK’lı sağlık çalışanlarının bir an önce işlerinin başına döndürülmelerini istedi.
Hayır, istemedi.
Resmen “buyurdu...”
Madem iş buralara kadar geldi, soralım o halde:
Sayın Ahmet Davutoğlu, 15 Temmuz’dan üç-beş gün sonra ortaya çıkıp, davetli olmadığınız meydanlarda bu FETÖ’nün ne habis bir örgüt olduğuna ilişkin yüksek volümlü konuşmalar yaptınız.
Rol çalmayı da ihmal etmediniz tabii...
Şimdilerde sizi “derin bir suskunluk” içinde görüyoruz.
Neden?
FETÖ, son üç yıl içinde habis bir örgüt olmaktan çıktı mı?
Ne oldu da devletten “af” isteyecek noktaya geldiniz?
Zaten bu noktadaydınız da, bize numara mı çekiyordunuz?
Bir şey daha:
15 Temmuz gecesi, insanlar “dışarıda” patır patır ölürken siz maiyetinizle beraber “güvenli bir evde” gizleniyordunuz.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, onca hengame arasında uçakla “ölüm yolculuğuna” çıkmıştı ama siz ortalarda yoktunuz.
Ne yaptınız o “güvenli” evde?
Kimlerle temas ettiniz?
Kimlerle görüşme halindeydiniz?
FETÖ’cülere kol kanat germeden önce bu sorulara cevap vermeniz gerekmiyor mu?
Yorum Yazın